Bu çağın ismini nihayet
adlandırabiliyorum... Bu yeni çağ Nötr
Çağ’dır (Nuetre Age), sanatı da nötralizm’dir
(Nuetralisme). Zira artısız, eksisiz yani kutupsuz olarak gidecektir bundan
sonra. İsterdim ki bunu benden sonra adlandıranlar söylesin ilk benim dediğimi
fakat eminim ki nötralizm gereği bunu kimse belirtmeyecektir. Dolayısıyla bu da
beni yine haklı çıkaracaktır. Nötrlüğü sayesinde çağ nötr olduğunun bile
farkına varamayacaktır... Kemiksiz, kutupsuz, ilkesiz, böyle yol alacaktır uzun
bir süre... Doğu ve Batı mentalitesi farklılıkları da yok olacaktır. Keskin
fikirler, felsefeler çıkacağa benzemiyor. Bir nekahet dönemi, uçan düşünce
türbülansı bu... 12 seneden beri bu çağın adını, felsefesini düşünüyordum ve
sonunda buldum işte; “NÖTR ÇAĞ”
Herkes nötre kesmiş, nötrün
zihin yormayan tatsız tadını almış, yüzeyselliğin üstünde sörf yapıyor Dünya...
2010 Dünya Futbol
Kupasındaki vuvuzela çılgınlığını hatırlayalım. Gerçek vuvuzela belli bir
ritüelin parçası olup antilop benzeri bir hayvanın boynuzundan yapılırken,
bunlar tutup plastikten yüzbinlerce ürettiler. Yani vuvuzelayı nötrleştirdiler,
anlamını bir köşeye kıstırdılar. Tüketip atmaktan daha etkilidir nötrleştirip
bir kenara bırakmak...
Meyve ve sebzeler de
hormon ve GDO’larla nötrleşiyorlar. Buna da kitlesel gıda nötrleşmesi
diyebiliriz...
Antik dönemlerin
pazarları olan agoralarda felsefi tartışmalar yapılırdı, önemli fikirler
agoralarda bulunurdu. Bu devamlılıkta modern çağda süpermarketlerde, AVM’lerde
felsefe yapılması gerek aslında. Bu çağda böyle olmalı ya, ne yazık ki bu çağın
felsefesi yok, daha doğrusu tek felsefe; anlamın ruhunu alıp içini boşaltmak ve
nötrleştirmek...
Bir şeyi arayan bulur
fakat artık arayan yok, sadece bulan var. Çünkü artık arama motoru var. Kendini bilmek; insanın asırlardır
cevabını aradığı bu soru çok geride kaldı. Bırak arama motorun arasın, bulsun
seni senden içeru...
Bir zamanlar akıllıydık.
Tolstoy, Gogol okunurdu. Şimdi nötr olduk gogıllandık, gogıl okuyoruz artık...
İsterseniz gogıla bir soralım ve belirleyelim çağın felsefesini. Mutlaka şöyle
bir bilgi çıkar karşımıza: “Boşuna
kafanızı yormayın, adı Nötr Çağ olan çağın felsefesini belirleyemezsin. Bu
çağın felsefesi; felsefesizliktir, felsefesizliğidir...”
Hal böyle olunca
beyinler nasıl da yan gelip yatıyor. Niye bir şarkı, türkü ezberleyelim,
nasılsa gogılda var. Niçin dil öğrenelim, online çeviriler var. Neden derhal
bir zanaat, meslek öğrenelim, gerekirse yutupdan bakarız. Hafızayı zorlamanın
ne gereği var. Zaten artık zihinsel, duygusal işlerimizi kaydırmalı telefonlar
yapmıyor mu?.. Yakında babamızın adını bile tabletten bakıp söyleyeceğiz...
Fidel Castro’nun hafızası çok iyiymiş. Okulda sevmediği derslerin kitaplarını
ezberlermiş. Ezberlediği sayfaları da yırtıp atarmış... Böylece zihni, duyuları
nötrleşmedi, bulunduğu yere aykırı olmayı, kendisi olmayı öğrendi... Castro’nun
babası, oğlu avukat olunca haklarımızı savunacak, bizi zengin edecek diye
düşünmüş. Ne var ki devrimden sonra tarım devriminde ilk Castro’ların toprağı
kamulaştırılmış ve halka dağıtılmış...
Zihin mide gibidir,
devamlı beslemezsen küçülür, daralır, nötrleşir, kutupsuzlaşır, polaritesini
kaybeder...
Sakın ola ki ruhsuzlukla
nötrlüğü birbirine karıştırmayın. Nötr olanda bir emici ruh vardır, daha
doğrusu nötrün ruhu emiciliktir. Ruhsuzluk nötrün kendisi için değil, nötre
kapılan için geçerlidir, yani nötre kapılmanın bir sorucudur... Kapılanı emer,
yer bitirir. Tıpkı elektrik devrelerindeki, prizlerdeki nötr yani faz dedikleri
kısım olan ve elektriğin topraklama hattıyla toprağa verilip emilip yok olması
gibi...
Genç yaşta yaşamını
yitiren rahmetli Ressam Rafet dostumuz bize 1990 yılında Bodrum pazarında
soğanları, güverleri, radikaları anlatırken nötrün altını üstünü kalın
çizgilerle çizmişti... İşte onun ağzından bu konunun formüle özeti; “Dostlarım üç tür elektrik vardır: Pozitif,
negatif ve nötr... Bunlardan pozitif iyidir fakat negatif çok daha iyidir.
Negatifi yersin, kendine gelirsin. Sanatına sarılır, yazarsız, çizersin, güzel
resimler yaparsın... Amma nötr, işte bu nötrden sakının, nötr insanlardan daima
uzak durun!” 25 sene öncesinden herşeyin nötrleşeceğini hissederek sadece
bizleri uyarabilmiş... Bu arada üstad bir sanatçının negatiften
beslenebildiğine işaret ediyor... Zaten negatiften yararlıca faydalanacak
olanlar yalnızca filozof ve sanatçılardır... Diyalektik de bunu gerektirir.
Şimdi yeri gelmişken tam
da bu noktada “negatif” “pozitif”
derken lütfen bunu günlük gazete fallarındaki gibi ya da “Ay yaneee Cemal, çok negatifsin, fenasın...” gibisinden “negatif = kötü, karamsar” “pozitif = iyi,
sevecen” olarak algılamayın. Fizikteki eksi ve artı kutuplar gibi
algılayın, yani bir pilin eksi-artı kutupları gibi... Unutmayın ki o icat
ettiğiniz yararlı aletlerin devinimi eksi-artı kutuplar prensibiyle çalışır.
Görüyorsunuz ya artı-eksi, negatif-pozitif kelimelerini de anlam kaydırarak
nötrleştirmişler, kötümser ve iyimser anlamlarına çevirmişler. Bu kelimeler
için pesimist-optimist demeleri daha
uygundu zannımca... Negatifin neresi kötü yahu, hemen harcamayın, tek suçu
Ying-Yang’ın siyahında olması mı?..
Bu çağın fikirleri,
düşünce ve görüşleri de kendine sanal bir özgüvenle hep nötr, kutupsuz
olacaktır. Gelin şimdi kuvvetli bir nötr görüşle tanışalım. Theohari adlı bir
Yunanlı tanıdığın bir ara Yunanistan’da çok miktarda yanan çam ormanları
hakkındaki kutupsuz açıklamaları bunlar; “Çam
zehirdir, petroldür, yansın kurtulalım... Hiçbir yararı yok, çamın yerine dut,
armut, incir, kestane ekilsin, daha bir sürü yararlı ağaç var. Hem diğer
canlılar beslenir, kuşlar, keçiler yapraklarını yer. Çamın yaprağından noolur,
oturunca g.tüne girer ancak... Çam petroldür, bombadır. Her an yanmaya hazır,
yere düşen şişe, cam parçasından bile güneş ısısıyla yangın çıkar. Dalları bile
sıcakta birbirine sürtünse yangın çıkabilir. Ama dut, incir... Ateş atsan
yanmaz. İçi nem dolu bu ağaçların. Dutta ipek böceği de yetiştirirsin ama çamda
ne yetiştirirsin; hiçbir şey!..” Öyle de inandırıcı anlatıyordu ki
neredeyse ikna olacaktım. Fakat iklim denen şeyi, her ağacın her yerde
yetişmediğini hiç hesaplamıyordu. Kanada ormanlarında dut ağacı mı diksinler?
Beni hayretler içinde bırakarak nötr fikrine devam ediyordu: “Bir de çamların yanına ev yapıyorlar,
neymiş, çok güzelmiş orman. Peeh, ne güzeli be! Bombadır çam. Ağaç değil,
patlamaya hazır bomba!.. Git benzinliğin kenarına ev yap daha iyi... Ceviz dik,
dut dik. Hem yanmaz hem de bütün canlılar beslenir...” Araya girip “Peki ya oksijen... Oksijen veriyor çam
ormanları.” diyecek oldum. “Öbürleri
de verir oksijen. Hem oksijen hem de meyve verirler.” dedi ve ekledi: “Duta, incire su da lazım değil, üstelikte
çamın kökleri yüzeyden 500 metre gider toprakta, ne varsa silip süpürür,
toprağı bitirir, başka bitkilere müsaade etmez. Oysa incirin kökü dibe doğru
gider, yanına başka ağaç dikebilirsin.”
Ya sabır! Erezyonu,
selleri, çam ormanlarının toprak kaymasını önlediğini söylesem ona da bir cevap
bulurdu mutlaka. Sustum artık. En sonunda şu raddeye vardı, çam ağacına olan
hışmı ve öfkesi: “Çam bir şeytandır.”
Böylesi tuhaf
bilgilerden sonra derim ki; her birey insanlığın tekamülü adına çevresindeki
nötrlükten uzak durmalı ve kutubuna canla başla sarılmalıdır.
Güneri İçoğlu (Leman)