25 Mart 2012 Pazar

TÜRKİYE’DE DERGİCİLİK


Türkiye’de basın-yayınla ilgili ansiklopedilerden notlar çıkartmaya başladığımda, çok kapsamlı bir konu olduğunu gördüm. Çok detaylara girmem ve uzun uzun tanıtımlar yapmam olası görünmüyordu ve ben de bazı başlıkları hatırlatmakla yetiniyorum.

Türkiye’de çıkan ilk dergilerin hemen hepsi İstanbul’da basılmış ve dağıtılmıştı. Bunlar fen bilimleri, askerlik, tıp alanındaki gelişmeleri aktaran aylık dergilerdi. Bilinen ilk dergimiz bir tıp dergisi olan Vekayi-i Tıbbiye (1849-1851)’dır.

Sonraları edebiyat ve çocuk dergileri de yayınlanmaya başladı. Bunlar haftada ve onbeş günde çıkan dergilerdi. Uzun süre eğlendirmekten çok eğitmeyi amaçlamıştı bu yayınlar. Bu yüzden o dönemin muhalefet organı gibi de işlev gördüler.

Cüzdan 1873 yılında yayın hayatına başladı. Bu dergi Türkiye’de yayınlanan ilk magazin dergisiydi. Edebiyat ve düşünce ağırlıklıydı ancak tek bir başlığı yoktu. Konuları çeşitliydi. Bu türde daha sonra bir çok dergi çıktı

Şehbal, Resimli Kitap, İnci, Süs, Resimli Ay, Yedigün gibi. Bu dergiler edebiyat ve basın dünyasına bir çok yazar kazandırdı.
1891’de Ahmet İhsan Bey bir dergi kurdu ve fikir dergiciliğini başlattı. Bu dergi Servet-i Fünun’du. Fen bilgilerine önem veren, batılılaşmayı savunan bir dergiydi. (Fünun: Fen Bilgileri) Recaizade Mahmut Ekrem bu dergide yazmaya başladı. Ve bir tür toplum bilimci olarak kalem oynattı. Şimdi bile onun yazılarında o dönemin sosyal hayatını anlayabiliyoruz. Recaizade Mahmut Ekrem’den başka Hüseyin Siret, Hüseyin Suat, Ali Ekrem, Mehmet Sami, Süleyman Nazif, Faik Ali Ozansoy, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Safveti Ziya, Celal Sahir, Ahmet Şuayb’da derginin yazarlarıydılar. Dergi Edebiyatı Cedide’nin yayın organıydı. “Fecri Ati” bildirisi de bu dergide yayımlanmıştı.

Tanzimat’la başlayan “Sanat toplum içindir.” akımı, vatan, hürriyet, medeniyet gibi kavramları edebiyat dünyasına taşımıştı. Toplumcu Türk şiirinin kurucusu Tevfik Fikret, katı ahlakı, inancın yerine koyduğu akılcılığı, Batıcılığı ve hümanizmiyle dönemin sanatçı ve aydınlarını etkilemişti. Bunlardan biri de Mustafa Kemal’di. Tevfik Fikret, 1896’da Servet-i Fünun dergisinin edebiyat sorumlusu oldu. 1901 yılına kadar bu görevini sürdürdü ve Servet-i Fünun edebiyatını kurdu.



1870’de ilk mizah gazetesi olan Diyojen’i Teodor Kasap Efendi yayımlamıştı.

1870’de Ali Suavi’nin kurduğu Ulum dergisi, dönemin siyasi sorunlarına İslami çözümler öneren bir dergiydi. Dağarcık (1871) ve Mecmua’yı Ebüzziya (1880) dergileri de Osmanlı birliğini savunan dergilerdi.

İkinci Meşrutiyet (1908)’in ilanından sonra Türkçülüğü savunan Genç Kalemler, Türk Yurdu ve sosyalizmi savunan İştirak dergileri yayın hayatına başladı. Genç Kalemler (1911) Selanik’te yayınlanıyordu ve Türkçe’nin yabancı sözcüklerden arınması gerektiğini savunuyordu.

I. Dünya Savaşı sırasında yayına başlayan Kurtuluş (1919) dergisi sosyalist bir çizgi izlediği için Takriri Sükun yasasıyla kapatılmıştı. 1925 yılında yayınlanan Aydınlık dergisi de aynı akibete uğramıştı.



Kurtuluş Savaşı’ndan sonra çıkan ilk dergi Dergah (1921-1923)'tı. Dönemin yazar ve aydınlarını çatısı altında toplamıştı. Derginin baş yazarı Yahya Kemal’di.



Ziya Gökalp da Küçük Mecmua (1922), Yeni Mecmua dergilerinde karşıt fikirlerini yayınlıyordu.
Dergah’ın kapanmasından sonra, Resimli Ay, Hayat, Fikirler, Güneş ve “Yedi Meşaleciler”in yayın organı Meşale yayına başladı. Resimli Ay kadrosuna Sabahattin Ali ve Nazım Hikmet’i dahil edip toplumcu edebiyatın öncüsü oldu.

30’lu yıllara gelindiğinde, tek partili dönemin icraatlarını anlatan Kemalist dergi Kadro (1932-1935), halkçı dergi Ülkü (1933-1950), Hüseyin Cahit Yalçın’ın liberal görüşlü dergisi Fikir Hareketleri (1933-1940) yayınlanıyordu.

Turancılığı destekleyen dergiler de vardı: Atsız Mecmua, Kopuz, Orhun (1933), Ergenekon (1938), Bozkurt (1939), Tanrıdağ gibi… Irkçılığa karşı görüşler de kendilerine İsmail Hakkı Baltacıoğlu  Yeni Adam (1933)’ında yer bulmuşlardı.

15 Temmuz 1933’de çıkmaya başlayan Varlık, Türkiye’nin en uzun ömürlü edebiyat dergisi oldu. Sabri Esat Siyavuşgil ve Nabi Nayır yönetimlerinde Türk edebiyatının yetkili sözcüsü oldu. 

40’ların dergileri Yurt ve Dünya (1941), Adımlar (1943),  Hür Gençlik (1946), Söz (1946)’dü. Ayrıca Ses, Oluş, Yurt ve Dünya, Hamle, Gün, Yürüyüş gibi dergiler, sol görüşün, Necip Fazıl’ın yönettiği Büyük Doğu (1943), Çınaraltı ve Millet dergileri sağ düşüncenin temsilcisi oldular.

1946-1960 yılları çok partili dönemdi. Bu dönemde sosyalist görüşler kendini ifade edecek ortamı bulamazken, Demokrat Parti iktidarıyla sağ görüş rahatladı. Tek bir istisna hariç: Turhan Feyzioğlu, Aydın Yalçın, Muammer Aksoy gibi isimlerin girişimiyle yayınlanan Forum dergisi.

50’ler “İkinci Yeni” şiirlerinin ilk örneklerinin dergilerde görüldü yıllardı. Özellikle Pazar Postası, Hisar, Beş Sanat, Yeryüzü, Mavi, Yenilik, a, Çağrı, Dost ve Yeditepe etkin dergilerdi.

1951’de yayın hayatına başlayan Türk Dili, T.D.K. tarafından çıkartılıyordu ve dil devriminin savunucusuydu.  Ufuklar (1952), daha sonra Yeni Ufuklar (1953) hümanist akımların dergisiydi.

1954 yılında Metin Toker’in kurduğu haftalık haber dergi Akis, yayınına başladı. Tirajı 40.000 civarındaydı.
      
27 Mayıs müdahelesinden sonra uzun süre dergiciliğimiz sol görüşlerin tekelinde kaldı ve muhalefet görevi yaptı. Örnek: 1961- !967 yılları arası Yön, Emek, Türk Solu, Aydınlık dergileri. Edebiyat ve sanat alanında ise Devinim, Değişim, Kitap, Türk Kültürü, Yeni İnsan, Yeni Dergi, Diriliş, Papirüs gibi dergiler dönemin akımlarının sözcüsü oldular. Yeni Dergi’yi Mehmet Fuat, Papirüs’ü Cemal Süreyya yönetiyordu ve özellikle inceleme araştırma yazıları yayınlanıyordu.

70’lerin siyasi dergisi Birikim’dir. Dönemin akımı toplumcu gerçekçiliktir. Bu akımda Halkın Dostları, Türkiye Defteri, Gelecek, Milliyet Sanat, Hürriyet Gösteri, Yeni a, Yansıma, Yarına Doğru, Oluşum, Militan, Yazı, Dönemeç, Mavera, Türkiye Yazıları, Sanat Emeği, Edebiyat Cephesi dergilerini de anabiliriz.

80’lerin sonuna gelindiğinde dergicilik dinamizmi İslamcılara geçmişti. Ercan Arıklı’nın Nokta(1983)'sı batılı biçimiyle siyasetten uzak, tarafsız, ironik, toplum ve sanat dergisiydi. Edebiyat alanında ise Yazko Edebiyat, Yarın, Çağdaş Eleştiri, Kıyı, Körfez, Saçak, Hürriyet Gösteri, Sanat Olayı, Adam Sanat, Defter, Düşün, Gergedan, Dergah gibi dergiler çıktı. 

Gülşen Uslu

19 Mart 2012 Pazartesi

CESARETSİZ

Duyuyor musun, ayak seslerimi?
Bir aşağı bir yukarı, kapının önünde

“Ben, seni seviyorum” diyebilsem,
Biter mi bütün dertler?

Ama bir umut vermiyorsun bana,
“Gel” demiyorsun.

Uykularım kaçıyor durmadan.
Sana nasıl, nasıl anlatsam?..

Duyuyor musun, ayak seslerimi?
Bir aşağı bir yukarı, kapının önünde

“İşte ben geldim” diyebilsem
Gülümser miydin, yüzün boyunca

Eğer gülümsersen, bari gülümsersen
Belki o zaman ben, belki o zaman…

Duyuyor musun, ayak seslerimi?
Bir aşağı, bir yukarı…

Gülşen Uslu

12 Mart 2012 Pazartesi

AŞK ÜZERİNE BİR AHKAM

Televizyonda bir sohbet programı... Sunucu konuğuna soruyor:
-Sizce aşk nedir?
-Aaaa! Bence aşk... Aaaa!.. Tanımlanamaz bir şeydir.

Hiç de değil. Yoo! Asla katılmıyorum. İşte şairler yüzyıllardır öyle güzel tanımlar yapmışlar ki... Binlerce örnek verebilirim. "Ne güzel şey düşünmek seni" diye başlayabilirim Nazım gibi. Ya da "Beni koyup koyup gitme ne olursun." diyebilirim Attila İlhan gibi, "Bana seni gerek seni." diyebilirim Yunus gibi, "Ne halt edeceğimi bilemem." diyebilirim Orhan Veli gibi. Düşünürler ve atalarımız da öyle güzel sözler etmişler ki, sonra şarkılar da var... Biri mutlaka insana uyuyor.

Aşk sözcüğünü doğduğumuz günden beri hep duyarız. İlk kendimizi bilmelerimizde başlar aşk masalları, annemizden dinlediğimiz. Aklımızın bir köşesine yazarız. Aşk, mutluluk demektir. O geldi mi, sonsuza dek mutlu olunur. Öğrenciliğimizde şiirler okuruz. Şiirin büyüsünde aşkın dillenişini görürüz. Bize de şiirler yazılsın, biz de böyle bir aşkın kahramanı olalım isteriz. Aşkı hep bekleriz. Dedikodular, gazete haberleri hep onunla doludur. "Aşkı için adam vurmuş.", "Aşkı için kız kaçırmış.", "Aşkı için evi
yakmış." Haaa! deriz. Aşkta her türlü delilik mübahtır. Aşk en affedilebilir mazerettir.

Sonra aşkı buluruz. Yaşımız daha çok gençtir. Ne bulduğumuzu anlamamız birkaç ayımızı alır. Sonra bir gün aşkın içinde olduğumuzu farkederiz. Başlar mı kaybetme korkularımız... "Ya beni terkederse, ya beni kandırırsa, ya beni sevmiyorsa." Bir güzel, aşkı kendimize zehir ederiz.

Günler, aylar süren bu korku artık işkence halini alır da:
-Aman! Aşksız günlerimiz ne de güzelmiş, bile deriz.

Yorulmuşuzdur ve bu aşktan çıkmak isteriz. Çıkarız. Öyle ya da böyle... Buna da ayrılık deriz.
-Sana bir söz vermiştim, ben o sözden caydım.
-Sana aşıkken, kendimi kaybettim. Şimdi onu aramaya gidiyorum.
-Bu aşk beni çok yordu. Ben tatile çıkıyorum.
-Olmadı, yapamadım. Galiba ben aşkı beceremiyorum.
                                ...
Böyle sözler edip, alıp başımızı gideriz. Gideriz de derdimiz biter mi?
Başlarız ahkamlara:
-Ah! Bu kadınlar anlaşılmaz yaratıklar...
-Ah! Bu erkekler duygusuz yaratıklar...
-Şey! Aslında çok güzel başlamıştı. O ve ben... Kalabalıklarda gözlerimizle birbirimizi arardık. Küçük küçük gülümserdik birbirimize. İlk elimi tutuğunda...
-Onu ilk öptüğümde...

Haydi başlar özlemek... Bundan sonrası mı? Günümüzde genellikle başka biriyle bunları tekrarlamakla sonuçlanır. Kimse geri dönmez. Hayat geri dönmek için kısadır falan filan... Kimse sabrı veya sadakati denemez. Yani özlemek dediğimiz, "o kişiyi özlemek değil de o sevilmek duygusunu özlemek"dir.

Çocukluğumuzda masal dinlerken, hani o gelince hep mutluluk olacak diye biliyorduk ya, ne oldu peki? Suçlu kim ya da ne?

Acaba suçu zamana mı atmalı? Zaman her şeyi solduruyor, işte cevap... Acaba suçu ebeveynlerimize mi atmalı? Çünkü bu zamanda kimse aşkınızı engellemiyor, böylece aşka doyuyor veya ondan sıkılıyorsunuz. Çünkü onlar kendi zamanlarında sevmişler ve engellenmişler, aşk acıları yaşamışlar, hala yaşıyorlar. Öyle ki bize hep:
-Bir kıza değmez.
-Bir erkeğe değmez.
-Unut gitsin.
-At gitsin, diyorlar.
Böylece yenisine sağlık felsefesini benimsiyoruz. Yok yok suçu karşımızdakine atalım. Öyle ya benim gibi birini hak etmiyor, çünkü aptal.

Yani biz asla suçlu değiliz. Bir şarkıda dediği gibi aşkı feda eder kendimizi koruruz.

Yıllar geçer ve biz aynı hataları tekrarlar tekrarlar, bıkmadan usanmadan tekrarlarız. Her bulduğumuza aşk deriz. Her bulduğumuzdan kahramanlıklar bekleriz. Her ilişkimizden sadece mutluluk bekleriz. Birlikte hüzünlenmeyi es geçeriz. Birlikte susmayı es geçeriz. Asaf'ın dediği gibi "Seni bir ömür boyu bitirmek değil de, sana hep yeniden yeniden başlamak isterim."i es
geçeriz.

Sonuç mu: Binlerce sonuç çıkar bundan. Bir tanesi de şudur: Aşk adama ahkam kestirir.

Gülşen Uslu

4 Mart 2012 Pazar

SENİ BEKLERKEN


Seni beklerken, mevsimler birikti. Yılbaşılar, bayramlar kutladık. Telaşlı değildim. Hayret, hayatımda ilk defa. Bedbin de değildim. Sadece zaman zaman bitse de gitsem dedim. Elim kalemlere çok uzanmadı. Çok çok birikmedi şiirler. Hep aynı şeyleri yazacaktım yoksa: YOKSUN YOKSUN YOKSUN VE GELMİYORSUN.

Hep ümidimi kestim, hep ümidimi canlandırdım. Hafiften duyulan bir şarkı gibi, günlük yaşantımın içindeydin. Beynimde bir fon müziğiydin. Hiç susmadın.

Seni beklerken, arkadaşlarla okey oynadık. Ben hep yenildim. Ben, bu yaşam oyununda hep yenildim. Hiç zaferin, müjdenin tadını bilmiyorum desem yeridir.

Pazartesi…
Pazartesi…
Pazartesi…
Ne kolay ve ne çabuk geçiyordu günler. Öyleyken, geleceğin gün bir türlü gelmiyordu. Dua da edemez olmuştum. Gökler suskundu, açılan ellerime.

Seni beklerken evimin önündeki kavak iyice uzadı. Bebekler büyüdü. Yediveren gülleri çiçek açtı. Sayfalara yazılar yazdım. Boş ve temizlik çağrıştıran sayfalara... Aldım başımı kırlara gittim, topraktaki böcekleri ve karıncaları seyrettim. Huzuru, güneşi iliklerimde duydum.

Seni beklerken bakkallara gittim, ekmek ve su almak için. Alışverişler yaptım, güzel bir pantolon ve etek. Her ay saçlarımı boyadım, kendi rengine. Malum beyazlar… Şarkıda dediği gibi “Yokluğunda çok kitap okudum.” Çok film seyrettim. Tanrı’yı anlamaya çalıştım ve insanları… Evimin önündeki kavağı kestiler. Kuş sesleriyle uyanamadım. Arkadaşlarıma küstüm. Bir dolap aldım, kitaplarımı ve kasetlerimi yerleştirdim özenli. Kendime yemekler pişirdim, geldiğinde sana pişireceğim yemekleri hayal ederek. 

Seni beklerken, yaşlandım. Herkes ömrümü yalnız geçireceğimden endişeleniyordu. Senin hayalinin hayatımı doldurduğunu anlatamadım. Varolduğun için, Tanrı’ya şükran duyduğumu… İçimde sevgin bitseydi, ben de toplanıp bu dünyadan gidecektim. Bu kalp duracaktı o zaman. Bu kalp attığı sürece, yaşadığım sürece sana teşekkür etmeleri gerektiğini anlatamadım.

Seni beklerken, çok ağlamadım. Gürültü edip komşuları rahatsız etmedim. Hep sessizdim. Hala sessizim. Hala geleceğin günü bekliyorum. Hala anlamamış olmana şaşıyorum. Bilseydin diyorum, bilseydin… Bilmediğin için, bilmediğin için…

Gülşen Uslu