Televizyonda bir sohbet programı...
Sunucu konuğuna soruyor:
-Sizce aşk nedir?
-Aaaa! Bence aşk... Aaaa!.. Tanımlanamaz
bir şeydir.
Hiç de değil. Yoo! Asla katılmıyorum.
İşte şairler yüzyıllardır öyle güzel tanımlar yapmışlar ki... Binlerce örnek
verebilirim. "Ne güzel şey düşünmek seni" diye başlayabilirim Nazım
gibi. Ya da "Beni koyup koyup gitme ne olursun." diyebilirim Attila İlhan
gibi, "Bana seni gerek seni." diyebilirim Yunus gibi, "Ne halt edeceğimi
bilemem." diyebilirim Orhan Veli gibi. Düşünürler ve atalarımız da öyle güzel
sözler etmişler ki, sonra şarkılar da var... Biri mutlaka insana uyuyor.
Aşk sözcüğünü doğduğumuz günden beri hep
duyarız. İlk kendimizi bilmelerimizde başlar aşk masalları,
annemizden dinlediğimiz. Aklımızın bir köşesine yazarız. Aşk, mutluluk demektir.
O geldi mi, sonsuza dek mutlu olunur. Öğrenciliğimizde şiirler okuruz.
Şiirin büyüsünde aşkın dillenişini görürüz. Bize de şiirler yazılsın, biz
de böyle bir aşkın kahramanı olalım isteriz. Aşkı hep bekleriz. Dedikodular,
gazete haberleri hep onunla doludur. "Aşkı için adam
vurmuş.", "Aşkı için kız kaçırmış.", "Aşkı için evi
yakmış." Haaa! deriz. Aşkta her türlü delilik
mübahtır. Aşk en affedilebilir mazerettir.
Sonra aşkı buluruz. Yaşımız daha çok
gençtir. Ne bulduğumuzu anlamamız birkaç ayımızı alır. Sonra bir gün aşkın
içinde olduğumuzu farkederiz. Başlar mı kaybetme korkularımız...
"Ya beni terkederse, ya beni kandırırsa, ya beni sevmiyorsa." Bir güzel,
aşkı kendimize zehir ederiz.
Günler, aylar süren bu korku artık
işkence halini alır da:
-Aman! Aşksız günlerimiz ne de güzelmiş,
bile deriz.
Yorulmuşuzdur ve bu aşktan çıkmak
isteriz. Çıkarız. Öyle ya da böyle... Buna da ayrılık deriz.
-Sana bir söz vermiştim, ben o sözden
caydım.
-Sana aşıkken, kendimi kaybettim. Şimdi
onu aramaya gidiyorum.
-Bu aşk beni çok yordu. Ben tatile
çıkıyorum.
-Olmadı, yapamadım. Galiba ben aşkı
beceremiyorum.
...
Böyle sözler edip, alıp başımızı
gideriz. Gideriz de derdimiz biter mi?
Başlarız ahkamlara:
-Ah! Bu kadınlar anlaşılmaz yaratıklar...
-Ah! Bu erkekler duygusuz yaratıklar...
-Şey! Aslında çok güzel başlamıştı. O ve
ben... Kalabalıklarda gözlerimizle birbirimizi arardık. Küçük küçük
gülümserdik birbirimize. İlk elimi tutuğunda...
-Onu ilk öptüğümde...
Haydi başlar özlemek... Bundan sonrası
mı? Günümüzde genellikle başka biriyle bunları tekrarlamakla
sonuçlanır. Kimse geri dönmez. Hayat geri dönmek için kısadır falan filan... Kimse
sabrı veya sadakati denemez. Yani özlemek dediğimiz, "o kişiyi
özlemek değil de o sevilmek duygusunu özlemek"dir.
Çocukluğumuzda masal dinlerken, hani o
gelince hep mutluluk olacak diye biliyorduk ya, ne oldu peki? Suçlu kim
ya da ne?
Acaba suçu zamana mı atmalı? Zaman her
şeyi solduruyor, işte cevap... Acaba suçu ebeveynlerimize mi atmalı? Çünkü bu
zamanda kimse aşkınızı engellemiyor, böylece aşka doyuyor veya
ondan sıkılıyorsunuz. Çünkü onlar kendi zamanlarında sevmişler ve
engellenmişler, aşk acıları yaşamışlar, hala yaşıyorlar. Öyle ki bize hep:
-Bir kıza değmez.
-Bir erkeğe değmez.
-Unut gitsin.
-At gitsin, diyorlar.
Böylece yenisine sağlık felsefesini
benimsiyoruz. Yok yok suçu karşımızdakine atalım. Öyle ya benim
gibi birini hak etmiyor, çünkü aptal.
Yani biz asla suçlu değiliz. Bir şarkıda
dediği gibi aşkı feda eder kendimizi koruruz.
Yıllar geçer ve biz aynı hataları
tekrarlar tekrarlar, bıkmadan usanmadan tekrarlarız. Her bulduğumuza aşk deriz.
Her bulduğumuzdan kahramanlıklar bekleriz. Her ilişkimizden sadece
mutluluk bekleriz. Birlikte hüzünlenmeyi es geçeriz. Birlikte susmayı es geçeriz.
Asaf'ın dediği gibi "Seni bir ömür boyu bitirmek değil de, sana hep yeniden
yeniden başlamak isterim."i es
geçeriz.
Sonuç mu: Binlerce sonuç çıkar bundan.
Bir tanesi de şudur: Aşk adama ahkam kestirir.
Gülşen Uslu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder