12 Mart 2012 Pazartesi

AŞK ÜZERİNE BİR AHKAM

Televizyonda bir sohbet programı... Sunucu konuğuna soruyor:
-Sizce aşk nedir?
-Aaaa! Bence aşk... Aaaa!.. Tanımlanamaz bir şeydir.

Hiç de değil. Yoo! Asla katılmıyorum. İşte şairler yüzyıllardır öyle güzel tanımlar yapmışlar ki... Binlerce örnek verebilirim. "Ne güzel şey düşünmek seni" diye başlayabilirim Nazım gibi. Ya da "Beni koyup koyup gitme ne olursun." diyebilirim Attila İlhan gibi, "Bana seni gerek seni." diyebilirim Yunus gibi, "Ne halt edeceğimi bilemem." diyebilirim Orhan Veli gibi. Düşünürler ve atalarımız da öyle güzel sözler etmişler ki, sonra şarkılar da var... Biri mutlaka insana uyuyor.

Aşk sözcüğünü doğduğumuz günden beri hep duyarız. İlk kendimizi bilmelerimizde başlar aşk masalları, annemizden dinlediğimiz. Aklımızın bir köşesine yazarız. Aşk, mutluluk demektir. O geldi mi, sonsuza dek mutlu olunur. Öğrenciliğimizde şiirler okuruz. Şiirin büyüsünde aşkın dillenişini görürüz. Bize de şiirler yazılsın, biz de böyle bir aşkın kahramanı olalım isteriz. Aşkı hep bekleriz. Dedikodular, gazete haberleri hep onunla doludur. "Aşkı için adam vurmuş.", "Aşkı için kız kaçırmış.", "Aşkı için evi
yakmış." Haaa! deriz. Aşkta her türlü delilik mübahtır. Aşk en affedilebilir mazerettir.

Sonra aşkı buluruz. Yaşımız daha çok gençtir. Ne bulduğumuzu anlamamız birkaç ayımızı alır. Sonra bir gün aşkın içinde olduğumuzu farkederiz. Başlar mı kaybetme korkularımız... "Ya beni terkederse, ya beni kandırırsa, ya beni sevmiyorsa." Bir güzel, aşkı kendimize zehir ederiz.

Günler, aylar süren bu korku artık işkence halini alır da:
-Aman! Aşksız günlerimiz ne de güzelmiş, bile deriz.

Yorulmuşuzdur ve bu aşktan çıkmak isteriz. Çıkarız. Öyle ya da böyle... Buna da ayrılık deriz.
-Sana bir söz vermiştim, ben o sözden caydım.
-Sana aşıkken, kendimi kaybettim. Şimdi onu aramaya gidiyorum.
-Bu aşk beni çok yordu. Ben tatile çıkıyorum.
-Olmadı, yapamadım. Galiba ben aşkı beceremiyorum.
                                ...
Böyle sözler edip, alıp başımızı gideriz. Gideriz de derdimiz biter mi?
Başlarız ahkamlara:
-Ah! Bu kadınlar anlaşılmaz yaratıklar...
-Ah! Bu erkekler duygusuz yaratıklar...
-Şey! Aslında çok güzel başlamıştı. O ve ben... Kalabalıklarda gözlerimizle birbirimizi arardık. Küçük küçük gülümserdik birbirimize. İlk elimi tutuğunda...
-Onu ilk öptüğümde...

Haydi başlar özlemek... Bundan sonrası mı? Günümüzde genellikle başka biriyle bunları tekrarlamakla sonuçlanır. Kimse geri dönmez. Hayat geri dönmek için kısadır falan filan... Kimse sabrı veya sadakati denemez. Yani özlemek dediğimiz, "o kişiyi özlemek değil de o sevilmek duygusunu özlemek"dir.

Çocukluğumuzda masal dinlerken, hani o gelince hep mutluluk olacak diye biliyorduk ya, ne oldu peki? Suçlu kim ya da ne?

Acaba suçu zamana mı atmalı? Zaman her şeyi solduruyor, işte cevap... Acaba suçu ebeveynlerimize mi atmalı? Çünkü bu zamanda kimse aşkınızı engellemiyor, böylece aşka doyuyor veya ondan sıkılıyorsunuz. Çünkü onlar kendi zamanlarında sevmişler ve engellenmişler, aşk acıları yaşamışlar, hala yaşıyorlar. Öyle ki bize hep:
-Bir kıza değmez.
-Bir erkeğe değmez.
-Unut gitsin.
-At gitsin, diyorlar.
Böylece yenisine sağlık felsefesini benimsiyoruz. Yok yok suçu karşımızdakine atalım. Öyle ya benim gibi birini hak etmiyor, çünkü aptal.

Yani biz asla suçlu değiliz. Bir şarkıda dediği gibi aşkı feda eder kendimizi koruruz.

Yıllar geçer ve biz aynı hataları tekrarlar tekrarlar, bıkmadan usanmadan tekrarlarız. Her bulduğumuza aşk deriz. Her bulduğumuzdan kahramanlıklar bekleriz. Her ilişkimizden sadece mutluluk bekleriz. Birlikte hüzünlenmeyi es geçeriz. Birlikte susmayı es geçeriz. Asaf'ın dediği gibi "Seni bir ömür boyu bitirmek değil de, sana hep yeniden yeniden başlamak isterim."i es
geçeriz.

Sonuç mu: Binlerce sonuç çıkar bundan. Bir tanesi de şudur: Aşk adama ahkam kestirir.

Gülşen Uslu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder