31 Ocak 2012 Salı

HAYIR DİYEBİLMEK

-Hatırım için ye...
-Benim için anneme yalan söyler misin?
-Al yak bir tane.
-Amaaaan, bir kadehten ne olacak?
-Beni seviyorsan, evime gelirsin.

-Onun hatırını kıramam, yiyeyim bari. (Hasta olur.)
-Söylerim, biz arkadaşız. (Başı derde girer.)
-Alayım. (Akciğer kanseri olur.)
-Tamam, ver bir tane. (Alkolik ya da siroz olur.)
-Sevdiğimi ispatlamam lazım. (İntihar ya da bir sürü erkek seçeneklerinden biri olur.)

İlk gençlik zamanlarımda kızlar (anne ve babanın olmadığı) bir evde toplanırdık. Genelde sigaraya bu toplantılarda başlanırdı. İçki içildiği de olurdu. Yaş on sekizin altı... Oğlanlardan konuşurduk. Herkes kendini birine aşık zannederdi. 

Annem beni bu toplantılara göndermek istemezdi. Kötü alışkanlıklar edineceğimi düşünürdü hep. Her seferinde annemle tartışırdık. Çünkü ben çok yalnız bir çocukluk geçirmiştim. Sadece kardeşlerimle oynardım. Onlar da erkek çocuk oldukları için sokağa çıkarlardı. Bana tek başına, kitap okumak, radyo dinlemek kalırdı. Yeni bir semte taşınınca, apartmanda kızlar da olunca, ben de onların yanına gitmek isterdim. Annem anlamak ile anlamamak arası sıkışır, kızı yanında olursa risk olmaz diye düşünürdü. 

Sonuçta çocukluk arkadaşlarımın hepsi sigara içtiler, ben içmedim. Çünkü ben "hayır" demeyi biliyordum. Kesin bir tavırla hayır dedin mi, kimse sana ısrar etmiyor ya da seni korkaklıkla suçlamıyordu.

İş hayatımda da hiçbir işe hayır diyemeyip kendini sıkıştıran, program dışı yüklerle canından bezen arkadaşlarım oldu. Gece yarılarına kadar çalışırlar ve genellikle de yavaş olduğu için işi yetiştiremediği sanılırdı bu kişilerin. Değerleri de hiç anlaşılmazdı. Az ücretleri olur, taltif edilmezlerdi. Bense sabah sekiz buçuk akşam altı buçuk arasında yapabileceğim işleri alır, onları zamanında yetiştirir, akşamları ya da hafta sonları özel yaşamıma vakit ayırabilirdim.

Hayır diyebilmek, güçlü bir kişilik göstergesidir. Kendinden eminlik, kararlılık göstergesidir. Hayır diyebilen kişiyle konuşurken insanlar daha saygılı hitaplar kullanırlar. Her şeye evet diyenin başı ise hiç dertten kurtulmaz. Tabi iyi şeylere de hayır diyen muhalif tipler vardır, onlardan olun demiyorum. Yüreğinizin onaylamadığına, aklınızın yapma dediğine hayır demekten korkmayın, diyorum. Bu karşınızdakini incitmez. Belki onu da yanlıştan döndürür.

Gülşen Uslu

26 Ocak 2012 Perşembe

MERAKLISINA NOTLAR

 
İlk insanlar, içi boş kütüklere deri gererek ya da boynuz veya kemiklere üfleyerek doğadaki sesleri taklide çalışmışlardır. Kuş ötüşü, su şırıltısı gibi... Böylece insanlık serüveninin müzik tarihini başlatmışlardır.

Müziğin dinsel törenlerde kullanılmasını kim akıl etti merak ediyorum. Hintlilerin Veda ilâhileri en eski müzik yazmalarıdır.

Dr. Duchense-Guillemin, şimdiki Irak toprakları üzerinde, Sümerlere ait yedi notalı bir müzik sistemiyle yazılmış besteler buldu. Bu besteler, İ.Ö. 1800 yılından kalmaydı.

Mısır'da Nil Nehri üzerindeki değirmenlerde çalışanlar tarafından söylenen Shaduf adlı şarkı, bilinen en eski şarkıdır. İlk ne zaman söylendiği henüz saptanamamıştır.

9. yüzyılda Hristiyanlıkta dinsel sözler söylerken, bir yandan da tek sesli müzik (Sequentia) yaygınlık kazanmıştır.

Uzmanlarca, 15.-17. yüzyıl, müziğin rönesansı diye nitelenir. 18. yüzyılın ilk yarısında din dışı solo müzik de gelişmeye başladı. Bu şarkılar operanın ilk örnekleri sayıldı. Müzik uzmanları için 1760-1830 arası Avusturya'nın başkenti Viyana'da gelişmiş olan müzik gerçek müziktir. Yine aynı uzmanlar pop müziği müzikten bile saymak istemezler.



Bartalommeo Cristofori adlı İtalyan tarafından 1720'de Floransa kentinde yapılan piyano, bilinen en eski piyanodur. Halen New York Metropolitian Museum of Art'tadır.
Dünyada sesi plâğa kaydedilen ilk kişi Tennyson Birinci Baronu Alfred'dir.

Plâk dolduran ilk sanatçı Danimarkalı bariton Peter Schram'dır. 5 Eylül 1889'da Don Giovanni'yi seslendirmiştir.

20. yüzyıla kadar, tiyatrolarda, konser salonlarında izlenen ve belli bir kesimin dinleyebildiği müzik, I. Dünya savaşı sonrasında kurulan ve geliştirilen radyo sayesinde yaygınlaştı ve  müzikseverlerin sayısını arttırdı. Pop, varyete, müzikal komedi ve caz geniş halk kitlelerince tanındı ve sevildi.

İlk kez 18. yüzyılda yapılan müzik kutusu, gramafonun icadına kadar kullanılan bir ev çalgısıydı.

28 Haziran 1964'te Norveç'te konser veren bir orkestra, ülkenin dört köşesinden gelen 20 bin 100 müzisyenden oluşuyordu ve dünyanın en büyük orkestrasıydı.

Elektromanyetik dalgalarla yayın yapma patentini 2 Haziran 1896'da Marchese Guglielmo Marconi almıştır.

İlk radyo yayını, 24 Aralık 1906 günü Kanadalı Prof. Reginald Aubrey Fessenden tarafından ABD Massatchusetts'te gerçekleştirildi.

1915 Kasımı'nda Paris'teki Eyfel Kulesi'nde görevli Amerikalı radyo mühendisleri, ABD'nin Arlington'daki donanma istasyonundaki meslektaşlarının konuşmaları kaydettiler. Böylece ilk defa ses, radyo dalgalarıyla Atlantik'i aşmış oldu.

Dünya ülkeleri arasında en çok plâk ABD'dedir. Yaklaşık 75 milyon plâk vardır.

Dünyadaki en eski plâk, BBC'nin arşivinde bulunan 1888'den kalma bir plâktır.
 



Dünyada plâkları en çok satan sanatçılar Bing Crosby ve Elvis Aron Presley'dir. Her plâkları 300 binin üstünde satmıştır.

The Beatles topluluğunun doldurduğu plakların toplamı 1 milyarı aşkın satmıştır. Yine resmi kayıtları göre en çok altın plak kazanan grup, The Beatles'tır. Solo söyleyenler içinde de Elvis Presley 45 altın plakla öndedir.

1965 ve 1973 yılları arasında Paul McCartney ve John Lenon tarafından bestelenen, 1186 değişik biçimde seslendirilen Yesterday ve Paul Anka tarafından bestelenip Frank Sinatra tarafından seslendirilen My Way binden fazla baskı yapan şarkılardır.


Kayıtlara geçen rakamlara göre, şarkı söyleyerek en çok para kazanan sanatçı Enrico Caruso'dur. 20. yüzyılın başlarında o dönemin parasıyla 9 milyon dolar kazanmıştı. David Bowie, 26 Mayıs 1983'te California'ya verdiği bir tek konser için 1,5 milyon dolar almıştı.

Kayıtlara geçen en uzun solo şarkı söyleme rekoru, 18-25 Mart 1983 arasında 180 saat şarkı söyleyen Robert Sim tarafından kırılmıştır.

Dünyada en çok söylenen şarkı, Happy Birthday to You şarkısıdır. 8 Mart 1969'da Apollo 9 astronotları tarafından uzayda da söylenmiştir.

Beatles'in eski üyesi Paul McCartney'in 1962-1978 yılları arasında bestelediği 43 şarkıdan her biri 1 milyonun üzerinde satarak, McCartney'i en çok satan besteci yapmıştır.


Bütün zamanlar içinde en çok satılan albüm, Michael Joseph Jackson tarafından doldurulan Thriller adlı uzunçalardır. 1984 yılı Nisan ayına kadar 35 milyon adet satmıştı.

Bir yıl içinde en çok Grammy ödülü kazanan sanatçı da 8 ödülle Michael Jackson'dur.


Grammy ödülünü tarih boyunca pek çok kazanan sanatçı ise 23 kez ile Sir Georg Solti'dir.



Gülşen Uslu

18 Ocak 2012 Çarşamba

RADYO


Hayata geç gelmişim duygusunu hep hissetmişimdir. Radyo ile ilgili bu yazıyı hazırlamak için araştırmalara başlayınca bu duygum daha da çoğaldı. O yılları onlarla yaşamak isterdim. O ilkleri ve idealleri… Hiç okul yüzü görmemiş bir anne ve babanın dört çocuğundan biriyim. Annem ve babam kendi kendilerine okuma yazma öğrenmişler. Biz dört kardeş ise üniversite mezunu olmayı başardık. Ama bilseniz ne zorluklarla… Bir keresinde bir arkadaşıma da dediğim gibi biz aslında TRT’nin çocuklarıyız. TRT radyolarından ve televizyonundan öğrendik hayatı ve idealleri. Dünyaya kör ve sağır olmamayı TRT sayesinde başardık. Bize okuma sevgisi, sağlam ahlak, azim kattığına inanıyorum. Çocukken TRT’ye spiker olmak isterdim ve ayna karşısında program sunma taklitleri yapardım.  Hala kendi kendime yüksek sesle şiirler okurum, kendimi bir radyo programında hayal ederek.

İşte ulaştığım bilgilerden birazı:

İletken bir ortam kullanılmaksızın, bir noktadan diğerine hava yoluyla ses iletme fikri üzerinde bilim adamı ve mucitler 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren deneylere başlarlar.


Elektromanyetik bir sinyalin havada taşınabileceğine ilişkin teoriyi İskoç matematikçi ve fizikçi Maxwell ortaya atmıştır.

Alman fizikçi Hertz, bu teoriyi gerçekleştirdi ve ilk defa radyo dalgalarını buldu ve iletti. Frekans birimi olan Hertz onun adıyla anılmıştır.

Guglielmo Marconi bir mucit ve aynı zamanda bir işadamı olarak Hertz'in buluşunu geliştirdi ve 1896'da ilk telsiz sinyalini iletmeyi başardı. Ama ülkesi İtalya'da bu buluşu ilgi görmeyince İngiltere'ye, ardından da ABD'ye gidip şirketini kurdu, patentini aldı. I. Dünya Savaşı'nda Marconi'nin telsizi deniz aşırı iletişimin ve savaş sanayinin vazgeçilmez bir parçası oldu.

24 Aralık 1906 yılında Kanadalı Prof. Fessenden, radyo yayınlarının ilkini ABD Massatchussette'de gerçekleştirdi. İlk yayın, keman sololarından ve İncil'den bazı parçaların okunmasından oluşmaktaydı. New York limanındaki gemiciler, telsizlerinden duydukları melodilerin melekler tarafından söylenildiğini sanmışlardı.

De Forest, ses ve müzik iletimini daha da iyileştirdi. 1908'de Eiffel Kulesi'nden yaptığı yayınla tüm Paris'e klasik müzik dinletti. 1910 yılında ünlü tenor Caruso'nun konserini, opera binasından canlı olarak New Yorklular'a aktardı. Bu yayını çok küçük bir dinleyici grubu alabilmişti.

I. Dünya Savaşı'ndan sonra Amerikalılar, reklam iletmek için radyodan faydalanabileceklerini keşfettiler. Böylece radyo bir sanayi üretimine dönüştü.

1930'larda sadece ABD'de değil, Avrupa'da da Woody Allen'in ünlü filmindeki gibi "Radyo Günleri" başlamıştı artık. Amerikalılar radyoya ticari meta olarak bakarken, Avrupalı devletler bir şekilde radyoya müdahale edip, yayınları devlet kontrolüne aldılar.

II. Dünya savaşından sonra radyonun ciddi ve tehlikeli bir rakibi vardır artık: Televizyon. Ve bu yeni aygıt radyonun egemenliğini tehdit etmektedir. Nitekim 50'lerde ABD'de, 60'larda Avrupa'da, televizyon üstünlüğü ele geçirir. Bu durumdan sonra radyo cihazı ucuzlar, küçük ve kullanışlı bir hale gelir. Lambalı radyoların yerini 50'lerde transistörlü radyolar alır. FM radyoculuğu yaygınlaşır. Derken radyo arabalara, işyerlerine, mutfağa ve çocuk odalarına girer.

1970'li yıllarda Avrupa'da devlet tekelinde olan radyo "Özgür Radyo" sloganı altında yavaş yavaş çözülür. Başlangıçta yasal olmayan pek çok radyo istasyonu açılır. Gençlik bu radyoları sahiplenir ve yerel radyoculuk gelişir, devlet tekeli kırılır.

TÜRKİYE'DE RADYOCULUK


20 Mart 1923 tarihli Tevhid-i Efkar gazetesi bir müjdeli haberi yayınlıyordu:
"Şehrimizde Telsiz Telefon tecrübeleri... Darülmuallimin muallimlerinden Rüştü Bey (Uzel) bir aydan beri İstanbul halkına dahi, Avrupa ve Amerika'da birden bire fevkalade taammüm eden telsiz telefon hakkında fikir verebilmek için tecrübeler yapmaktadır. Dün Darülmüallimin konferans salonundan bir nutuk, ney ile çalınan bir zeybek şarkısı terennümatı, Darülfünun'dan vazıh bir surette dinlenebilmiştir."

Kurtuluş Savaşı sırasında iletişim gereksiniminin karşılanması için Ankara ve İstanbul'da telsiz istasyonlarının kurulması kararlaştırılır. İhale yapılır. Alman Siemens ve Fransız TSF şirketleri başvurur. Pazarlık sonucu 1925'te vericilerin yapımına başlanır. Vericiler 1927'de hizmete sokulur. Güçleri 20-50 kW arasında değişen bu vericilerin ikisine radyo yayını yapacak donanımlar da eklenmiştir. Vericilerin yeri İstanbul'da Osmaniye (bugünkü adıyla Hasdal) ve Ankara'da Babarahman (bugünkü adıyla Telsizler)'daydı.

Devlet, PTT eliyle bir Fransız şirketine 10 yıl süreyle radyo yapımını ihale ettikten sonra, Türk Telsiz Telefon A.Ş.'yi kurdu. Devlet eliyle kurulan bu şirketin gelir kaynakları sınırlıydı. Radyo alıcısı kullananlar şirkete yılda 10 TL ruhsatname ücreti ödüyorlardı.

Aynı sıralarda Telsiz dergisi de okurlarına "Bedava telsiz alıcısı" kuponları veriyordu.

Ankara'da deneme yayınının başlangıç tarihi  için kesin bir tarih bilgisi yoktur. 1927 Kasımı'ndan itibaren kabul edilir. Yayın, Ankara Palas'ın bodrum katından yapılmıştı.

İstanbul'daki ilk deneme yayını İstanbul Büyük Postahanesi'nden, sonraları Ambassador Oteli'nden ve Galatasaray Postahanesi'nden yapılmıştır.

İlk yayın, 6 Mayıs 1927'de İstanbul'da başladı. İstanbul Büyük Postahanesi'nin üst katında bir oda stüdyo haline getirilmişti. Akustiği sağlamak için duvarlar kumaşla kaplanmış, yere halılar serilmiş, ortaya ayaklı bir mikrofon konmuş ve etrafına sandalyeler yerleştirilmişti. Stüdyo hazırdı. Program arasında spiker "Beş dakika istirahat." der ve bir metronom çalışmaya başlardı. İşi biten sanatkarlar stüdyodan çıkar, dışarıda bekleyenler içeri girerlerdi. İlk yayını halk dinleyebilsin diye  postahanenin kapısının üzerine bir verici yerleştirilmişti.

İlk radyo spikeri Sadullah Bey (Evrenos)'dir. İlk anons şöyleydi: "Alo, alo muhterem samiin, burası İstanbul Telsiz Telefonu 1200 metre tul-i mevç, 250 kilosaykıl... Bugünkü tecrübe neşriyatımıza başlıyoruz."

Yayınlar akşam İstiklal Marşı'yla açılıyordu. İstanbul Radyosu 4,5 saat, Ankara Radyosu 3 saat yayın yapıyordu. Bu zaman diliminde müzik yayınları önemli yer tutuyordu. Telsiz Telefon Alaturka Musiki Heyeti fasıl müziği, Telsiz Telefon Stüdyo Orkestrası ise batı müziği çalıyordu.

Akşam neşriyatının 26 Kasım 1927 tarihli radyo programı:
19.00 Stüdyo Musiki Heyetinden şevkefza faslı.
19.30 Esham ve tahvilat borsası haberleri.
19.40 Telsiz Telefon Orkestrası.
20.10 Zahire borsası haberleri.
20.20 Telsiz Telefon Musiki Heyeti.
20.50 Anadolu Ajansı Haberleri
21.00 Telsiz Telefon Orkestrası.
21.30 Teganni (Matmazel Apostoldi tarafından)

Sadullah Evrenoz'dan sonra Mesut Cemil hem spiker hem de saz sanatkarı olarak, Eşref Şefik özellikle spor müsabakalarını anlatmak için radyoda göreve başladılar.

İstanbul Radyosu'nun ilk sanatçı kadrosu şöyleydi: Tanburi Cemil Bey, Neyzen Tevfik (Kolaylı), Kemençeci Ruşen Ferit (Kam), Tanburi Refik Fersan, Kanuni Vecihe Daryal Hanım, Kanuni Ahmet Yaratan, Kemani Cevdet (Çağla) ve ilk hanende Zeki (Çağlarman) Bey. Mesut Cemil bu saz heyetine hem şeflik hem spikerlik yapardı. İlk sanatçılar 3-5 lira alırlardı.

20 Temmuz  1934'te Kadıköy Fenerbahçe Stadı'ndan ilk naklen futbol maçı  yayını gerçekleştiriliyordu. Fenerbahçe ve Avusturya'nın WAC takımlarının maçı. Spiker Eşref Şefik'ti.

1935-36 yıllarında Ankara Radyosu kültür ve sanata ilişkin "Edebiyat Saati" "Şiir Saati" "Türk Dili Araştırma Kurumu Saati" programlarının yayınına başladı. Köylülere yönelik "Ziraat Vekaleti Saati", çiftçilere yönelik "Meteoroloji Saati" "Arıcılık" programları hazırlıyordu. 1936'da çocuk yayınları da hazırlanmaya başlamıştı. "Çocuk Saati" programı geleceğin radyocu ve tiyatrocularını yetiştirmişti.

31 Kasım 1938'de Ankara Radyosu bugünkü binasına taşınıyordu. Yayın süreleri ve söz yayınları artmıştı artık. II. Dünya Savaşı sıralarında, siyasal istek doğrultusunda "Milli Kahramanlık Menkıbeleri" ve "Yurt Bilgisi ve Sevgisi" programları yayınlanıyordu.

İstanbul Radyosu'nda köylülere yönelik programlar yoktu. Kültür ve sanat adına Şehir Tiyatrolarından naklen yayınlar gerçekleştiriliyordu. İstanbul Radyosu da 19 Kasım 1949'da Harbiye'deki bugünkü binasında 150 kW vericisiyle sürekli yayınlarına geçti.

Haber bültenlerinin başlıca kaynağı Anadolu Ajansı'ydı. Ajans'tan gelen teleks şeridindeki haberleri spiker okurdu. O yüzden haberleri dinlemek isteyen halk, "Ajansı dinleyelim." derlerdi.

1946-1960 yılları arasında radyo oyunları çok rağbet görmeye başladı.

1949 sonlarında radyolar reklam yayınlarına başlarlar.

Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle, ABD ile artan ilişkiler sonucu, "Unesco Saati" "Türkiye'de Marshall Planı" ve "Birleşmiş Milletler Saati" gibi yayınlar ve her cuma sabahı Kur'an ve mevlit yayınları başlar.

1 Ekim 1958'den sonra Vatan Cephesi'nin kurulmasıyla, radyo yayınları bir siyasal partinin çıkarına kullanılmaya başlar ve eleştirilir. Bunun sonucunda da radyo Türkiye'de bir rejim sorunu haline gelir.

Siyasal gerginlik ve öğrenci olayları sonucu 27 Mayıs 1960'da Silahlı Kuvvetler yönetime el koyar. 1961 anayasası hazırlanır ve 121. madde radyo ve televizyon yayınlarının özerk ve tarafsız bir kurum tarafından yapılmasını hükmeder. Böylece özerk TRT'nin ilk adımları atılır.

TRT 1964'den itibaren yayın saatlerini arttırdı ve 1967 yılında tüm Doğu Anadolu'ya yayın yapacak olan Erzurum Radyosu'nu kurdu. 1971 yılında da Antalya Radyosu yayına başladı.

1968 yılında TRT, televizyon deneme yayınlarına başlar.

1971 yılında 12 Mart Muhtırası verilir. TRT'nin özerkliği kaldırılır. Tarafsız yayın kurumu ibaresi kalır.

12 Eylül 1980 Askeri Harekattan sonra yapılan 82 anayasasında denetim mekanizması olan Radyo Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK) kurumlaştırılır. Daha sonraki yıllarda Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)'na dönüşür.

1974'te radyo yayınları TRT1, TRT2, TRT3 yayın postaları adlarıyla yayınlarını sürdürdüler ve 24 saatlik kesintisiz yayına geçtiler. TRT1 geniş halk kitlelerine ulaşması amaçlanan Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği ve çok sesli müzik yayınlarını çoğalttı. TRT2 kültürel yayınlar ve çok sesli çağdaş müzik ağırlıklıydı. TRT3 kaliteli müzik yayınını amaçlamıştı.

1987 sonbaharında dördüncü bir radyo kanalı FM bandından yayına başlar. Radyo adları Radyo1, Radyo2, Radyo3 ve Radyo4 olarak değiştirilir.

1985 yılı Haziran'ında özel radyo kurma izni için TRT'ye 106 adet başvuru yapılır. Hürriyet, Türkiye, Sabah Gazeteleri, Karacan Yayınları ve Nadir Grubu da başvuranlar arasındadır. TRT'nin itirazlarına rağmen, 1989'da birçok özel radyo yayına başladı. 1992 yılından sonra da hızla çoğaldı.

RADYOMUZDAN PORTRELER


Hayrettin Hayreden
1889'da Şam'da doğdu. 1907'de Harbiye'yi bitirdi. 1 Eylül 1927'de Türk Telsiz Telefon şirketine fen memuru olarak atandı. 1936'da İstanbul Stüdyosu müdürü, 1937'de Ankara Radyosu müdürü oldu. 1962'de kaybettik.

Mesut Cemil
1902'de İstanbul'da doğdu. Tamburi Cemil Bey'in oğludur. Hukuk Fakültesi'nde öğrenciyken, Saadettin Arel tarafından müzik öğrenimi için Berlin'e gönderildi. İlk radyo yayınlarında görev aldı. Saz sanatçısı, koro şefi, programcı ve spiker olarak Türk radyoculuğuna hizmet etti. 1963'de kaybettik.

Eşref Şefik Atabey
1896'da İstanbulda doğdu. Mekteb-i Sultani'yi (Galatasaray Lisesi) bitirdi. Siyasal Bilgiler okumak üzere Paris'e gitti. I. Dünya Savaşı başlayınca, Türkiye'ye döndü. İleri gazetesinde gazeteciliğe başladı. Boks ve güreşle ilgilendi. Boks Federasyonu'na ilk başkan oldu.
Spikerliğin yanı sıra naklen yayınlarda esprili tarzıyla ve usta anlatımıyla ün kazandı. 1980'de kaybettik.

Sadi Yaver Ataman
1906'da Yanya'da doğdu. Diş Hekimliği okurken, Darülelhan'a devam etti. 1938'de Ankara Radyosu'nda folklorik araştırmalar yaptı ve yayınladı. 1949'da İstanbul Radyosu'nda "Memleket Havaları" programı yaptı. Türk Halk Müziği yayınlarını yönetti. Radyodan ayrıldıktan sonra bile folklöre hizmet etmeye devam etti. 1994'te kaybettik.

Nevzat Atlığ
1925'te Denizli'de doğdu. Keman ve musiki dersleri aldı. İstanbul Tıp Fakültesi'nde okurken, Üniversite'nin korosuna şef oldu. 54-58 yılları arasında İstanbul Radyosu'nda müdür olarak çalıştı. 1963'te Mesut Cemil'in ölümünden sonra Klasik Koro'nun şefi oldu. 1976'da Kültür Bakanlığı Devlet Klasik Türk Müziği korosu şefliğine getirildi. 1985'de profesör, 1987'de Devlet Sanatçısı ünvanlarını aldı. 1959 yılında Nevzat Atlığ ve Baki Süha Ediboğlu "Bestekarlarımızı Tanıyalım" adlı programı hazırlayıp canlı olarak yayınladılar.

Necdet Mahfi Ayral
1906'da İstanbul'da doğdu. 1932'de Darülbedayi'de tiyatro yaşamına başladı. Aynı yıl İstanbul Büyük Postahanesi'nden yayın yapan İstanbul Radyosu'nda canlı olarak yayınlanan temsillerde görev aldı. Pek çok oyun ve film seslendirdi. Özellikle İtalyan Komedyen Toto'yu seslendirmesiyle sevildi. 18 yıl sahne amirliği, 15 yıl Muhsin Ertuğrul filmlerinde reji asistanlığı yaptı. Halen sahne çalışmalarını sürdürmektedir.

Emel Gazimihal
1912'de Sultanahmet'de doğdu. Arnavutköy Kız Koleji mezunudur. 1937'de Türkiye'nin ilk kadın spikeri olarak Ankara Radyosu'nda göreve başladı. Atatürk'ün isteğiyle BBC'ye gönderildi. II. Dünya Savaşı yıllarında dünyada savaş haberlerini okuyan ilk kadın spikerdi. 1954-1962 yılları arasında İstanbul Radyosu'nda baş spikerlik yaptı. 1962'de emekli oldu.

Özcan Atamert
İstanbul'da doğdu. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdi. 1959'da Ankara Radyosu'na girdi. Türkiye'nin ilk kadın spor spikeridir. 1962'de Bayanlar Balkan Kros Şampiyonası'nı sunmuştur. Ayrıca "Ünlü Orkestralar ve Şefleri" "Caz ve Hafif Müzik Dünyasından" "Caz Festivalleri" "Ayın Sanat Olayları" programlarına imza attı.

Orhan Boran
1928'de İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi'ni bitirdi. İstanbul Radyosu'nda Ekrem Reşit Rey'in asistanı olarak çalışmaya başladı. Pek çok programı hazırladı. 4 yıl BBC'de çalıştı. Dönüşünde, içinde Orhan Boran ve Yuki adlı bölümünde yer aldığı "Leyleğin Ömrü" programını hazırladı. Televizyona sohbet programları yaptı.

Fecri Ebcioğlu
1927 İstanbul'da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi mezunudur. Amerika'da hava trafik uzmanlığı okudu. Fenerbahçe ve Adalet futbol takımlarında kalecilik yaptı. İstanbul Radyosu'nda disk-jokey olarak programlar yaptı. Türkçe Sözlü Hafif Müziği'ni yaygınlaştırdı ve sevdirdi. 1989'da kaybettik.

Halit Kıvanç
1926'da İstanbul'da doğdu. İ.Ü. Hukuk Fakültesi mezunudur. 1955'te radyoda sunuculuk, 1956'da maç spikerliği, 1964'te televizyonda sunuculuk, 1966'da sahnede sunuculuk yaptı. TRT kesintisiz olarak televizyon yayınlarına başlayınca, 1969'da televizyonda göreve başladı. 100'e yakın ödül aldı. BBC'de çalıştı. 20 kitap yazdı.

Sezen Cumhur Önal
Akseki doğumludur. İstanbul İl Stüdyosu kurulunca, yıllarca süren "Plaklar Arasında" adlı programı hazırladı. Bir yandan sunuculuk ve şarkı sözü yazarlığı yaptı. Yabancı aranjmanlara yaptığı Türkçe sözlerle tanındı ve sevildi. 1999'da Devlet Sanatçısı oldu.

Kayhan Öztepe
1946'da Ankara'da doğdu. DTCF mezunudur. 1974'te Ankara Televizyonu'na kurgu elemanı olarak girdi. 1976'da İstanbul Televizyonu'nda yardımcı prodüktör olarak çalıştı. Kendi isteğiyle İstanbul Radyosu prodüktörü oldu. "Yıldız Yağmuru" "Yeditepeden" "Boğaziçinden" müzik programlarını yaptı.

Bülend Özveren
1964'te prodüktör olarak göreve başladı. 17 yıl İstanbul, Ankara ve İzmir radyolarında genel müdürlük yaptı. İstanbul Televizyonu'nda yapımcı-sunucu olarak çalıştı. "Ben Bilirim" "Banko" "Joker" adlı yarışmaları sundu. Eurovision Şarkı Yarışmalarında Türkiye ve yurtdışı finallerinde görev yaptı.

Yazımda ihmal ettiğim o kadar çok bilgi ve kişi var ki… Türk Sanat Müziği’ne yaptığı katkılarla Alaeddin Yavaşça, Saadettin Öktenay, Fethi Karamahmutoğlu, Sadun Aksüt, Zeki Müren ve diğerleri; Türk Halk Müziği’nde Ahmet Gazi Ayhan, Yücel Paşmakçı, Nida Tüfekçi, Özay Gönlüm ve diğerleri; Altan Varol, Nedret Selçuker, Ekrem Reşit Rey, Cemal Reşit Rey, İlham Gencer, Hakkı Devrim, Feridun Fazıl Tülbentçi, Celal Şahin, Hüseyin Başusta, Korkmaz Çakar ve diğerleri beni affetsinler.

Gülşen Uslu

13 Ocak 2012 Cuma

SİYAH BEYAZ TÜRK FİLMLERİNİ SEVER MİSİNİZ?


Eski Türk filmlerini sever misiniz? Niye mi sordum? Ortaya kocaman bir teori atacağım birazdan da ondan.

 Demir Bey (Ayhan Işık) ilk görüşte Oya'ya (Filiz Akın) aşık olmuştur. Ama Oya'nın gönlü kuzenindedir ve evlenme planları yapmaktalardır. Ne olursa, Oya'nın babasının iflas ve intihar etmesinden sonra olur. Demir köşkü satın alır, ama Oya'ya durumu söylemez, Oya köşkü kendilerinin bilerek oturmaya devam edecektir. Bu arada iflası duyan kuzen çoktan zengin ama görgüsüz bir adamın kızına gitmiştir bile. Oya da bu hayal kırıklığıyla Demir'e evet der, evlenirler. Düğün gecesi hastalanır ve sürekli kuzeninin adını sayıklar. Demir yıkılır ve onu kendi haline bırakır. Bir yıl bu evliliği sürdürüp sonra boşanmalarını ister Oya'dan. Oya memnuniyetle kabul eder. Ama bu bir yıl Oya'nın gözlerini açar, Demir'in mertliğini, gerçek sevgisi ve aslında bütün mallarının sahibi olduğunu anlar. Ve sevilmeye layık olduğunu da...

Tamirci Parçası adlı bu filmde tanımıştım asaleti ilk. Sadece asaleti mi öğrendik Türk filmlerinden. Mertliği, adaleti, sevmeyi, dostluğu, kardeşliği, fedakarlığı...

Zehra (Hülya Koçyiğit) züppe bir şehirli ailenin kızıdır. Bir gün babası onu metazori köye kendi babasının yanına götürür. Zehra burada önce at binmeyi öğrenir, sonra da Murat'(Ediz Hun)la tanışır. Önce onu oduncu zanneder, sonra onun ünlü bir at binicisi ve kanun da çalan ünlü bir besteci olduğunu öğrenir. Murat'a aşık olur. Ancak Murat onu kendinden uzaklaştırmak ister. Dilsiz bir nineyle yaşadığı dağdaki kulübesinde mutludur. Ninenin bir sopası vardır ve Murat'ın sorularına "evet" diye cevap vermek istediğinde sopayı yere bir kere vurur, "hayır" demek istediğinde ise iki kere... Zehra onu ikna edemez İstanbul'a döner. Burada Murat'ın ünlü bir biniciyken attan düştüğünü ve kör olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu öğrenir. Hiç düşünmez ve Murat'a döner, onu sevgisine ikna eder ve evlenip İstanbul'a yerleşirler. Bir müddet sonra Murat kör olur. Ve Zehra'nın yalvarmalarına aldırmadan köye döner. Murat yine kulübede yaşamaktadır. Yemeğini yapan, başını yıkayan, elbiselerini giydiren ve sopasıyla ona yanıtlar veren nine Zehra'dır artık. Kendini tanıtmadan böylece aylarca bakar ona. Bir oğul da doğurmuştur bu arada.

Bence siyah beyaz Türk filmleriyle büyümüş bizim nesil, aşkı, sevgiliye nasıl davranılacağını bu filmlerden öğrenmiştir: Deniz kenarında sevgiliyle el ele koşmak, Aşıklar Tepesi'nde kalınca bir ağacın gövdesine saklanıp, sevgiliyi arattırmak, ağaca adlarınızı kazımak, salaş tahta masalarıyla kır kahvesinde oturmak... Ve sonsuz sadakat...

Benim teorime göre: Siyah beyaz Türk filmlerini sevmiş kişiler, çıkarcı, bencil, hodbin olmuyorlar. Aksine hayata yumuşak bakan, tesadüflere, sadakata, ölümsüz sevgiye inanan, aşka meşke yatkın, sevgi dolu kişiler oluyorlar. Büyürken bunu gözlemleyecek çok vaktim oldu. Etrafımdaki kişilerin en olumluları siyah beyaz Türk filmlerini sevmiş, anlamış kişilerdi.

Ben de siyah beyaz Türk filmleri ile büyümüş biri olarak, hala romantik, hala inançlı, aşk meşk konusunda demode yaşıyorum işte.

Gülşen Uslu

8 Ocak 2012 Pazar

HAZIRLIK

Kuşları uçurun kanat kanat
Beyaz beyaz kuşları
Binlerce çiçeği açtırın zamansız
Kış gelmemiş gibi
Süsleyin her yerini evin
Kara bulutları dağıtın güneşin önünden
Bırakın yine parlasın baharca
Kar bulutlarını tutun
Sadece yağmur yağsın ara sıra
Zamanı tutun olduğu yerde
Yüzümdeki çizgiler artmasın
Eğer dönerse, döneceği tutarsa
Beni soğuk bir kışta
Yaşlı biri olarak bulmasın.

                            Gülşen Uslu

4 Ocak 2012 Çarşamba

ŞARKILARIN İZLERİ

"Hayatımda ilk pikabı, Ermeni komşumuz Anikler'in evinde görmüştüm. Sanıyorum 5 yaşındaydım. Fransızca şarkılar çalarlardı. Edith Piaf, Jacques Brel falan... Bizim ahşap evimizin yanındaki büyük taş binada oturuyorlardı. Küçük atölyelerinde seramik eşyaların üstüne boya ya da boncuklarla süsler yapıyorlardı. Bir yandan da pikapta şarkılar çalıyordu.

Atölyenin penceresinden içeri bakıp, onları seyrederdim. İçeri girmemi söylerlerdi. Beş yaşımdayken okumayı sökmüş olduğum için, plakların üstündeki yazıları okumaya çalışırdım. Dokunmazdım onlara... Tüm radyonun içinde adam adayan o dönemin çocukları gibi, ben de radyonun ya da pikabın etrafında döner, içindeki küçük adamları görmeye çalışırdım. Bir gün plağı benim değiştirmeme izin verdiler. Kutsal emanetlere dokunur gibi dokundum plaklara ve pikaba... Ve hiç bilmememe rağmen, Fransızca şarkıları söyledim plaklarla beraber.

1974'de Rum ve Ermeni kökenli komşularımız yurt dışına gittiler. Anikler de Fransa'ya yerleştiler. Fransızca şarkılar gelmez oldu artık kulaklara... Yerini ahşap evlere çok uygun olan Türk müziği aldı. Nihavent, Hicaz, Rast... "Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben hâlime..." O ahşap evler, o ağır müziklere yakışır bir vakurlukta huşu içinde titrediler. "Ey büt-i nev eda, olmuşum müptela"

Bizim hiç pikabımız olmadı. Ama  evimizin en değerli eşyası Philips marka radyomuzdu. Ağabeyim ve ben, bu yazıyı Filips diye okurken, annem "pilipis" diye okurdu. "Aç şu pilipisi de dinleyelim." derdi. 70'li yıllar... Devir, su kuyrukları, yağ kuyrukları, tüp kuyrukları devri... Kardeşlerim, ben ve annem akşama kadar başka başka kuyruklarda bekliyoruz.

Elvis Presley'in ölümünde ilk kez Rock müzikle tanıştım. Radyolar Elvis'in anısına hep Rock çalıyorlardı. Kardeşlerimle Rock and Roll dansı yapıyorduk evde. Elvis'le beraber Türkçe Rock'la da tanıştım. Erkin Koray, Cem Karaca... "İşçisin sen işçi kal, giy dedi tulumları" "Alemin keyfi yerinde yine maşallah" Gitgide protest müziğe merak saldık. Selda Bağcan dinledik. Grup Yorum dinledik. Belki de anlamadığımız fikirleri savunduk şarkılarda. Ya da  ön ergen başkaldırıları yaşadık. Bütün dünya haksızlıklarla doluydu ve şarkı sesimiz gürdü.

Sonra ilk aşk, şarkılar yine orada... Şarkılardan fal tutma yine orada. "Bu şarkı beni anlatıyor"lar, hep orada. Yılların hızla geçip gittiğini farkettik. Müzik dergilerindeki sanatçıların saçları, giyimleri, makyajları hep değişiyordu. Şarkılar değişiyordu. Nükhet Duru'nun bir şarkısında dediği gibi "Sevgiliye siz diyen" şarkılar bitiyordu. Yap tüket başlıyordu. "Seni sevecek vaktim yok." türü şarkılar... Benim yüreğim büyümüyordu. Hala eski şarkılarda takılı kalmıştı. Şarkılar bir devrin öyküsüydü. Çocukluğumun, ya da ilk gençliğimin. Şarkılar hayatımızda izler bıraktı. Anılarımıza yerleşti. 

1976'da Sezen Aksu girdi hayatıma... Bazı şarkılarını zikir saydığım Sezen Aksu... Kafamın karışmayacağı, karşılaştığımda "İşte bu!" diyebileceğim tarifler yaptı. Onun şarkıları ruhuma iyi geldi. Yolda yürürken, hep içimden söyledim o şarkıları... Denize karşı söyledim... Gecelere karşı söyledim... Müzik zevkime, ebediyat dünyama taşlar koyup, duvarlar ördüm. Sağlam binalar yaptım. Hele bir dönem... Sadece benim için yaptı şarkılarını, sanki... Ben İstanbul'un martılarına şiir yazarken...

Gülşen Uslu