4 Ocak 2012 Çarşamba

ŞARKILARIN İZLERİ

"Hayatımda ilk pikabı, Ermeni komşumuz Anikler'in evinde görmüştüm. Sanıyorum 5 yaşındaydım. Fransızca şarkılar çalarlardı. Edith Piaf, Jacques Brel falan... Bizim ahşap evimizin yanındaki büyük taş binada oturuyorlardı. Küçük atölyelerinde seramik eşyaların üstüne boya ya da boncuklarla süsler yapıyorlardı. Bir yandan da pikapta şarkılar çalıyordu.

Atölyenin penceresinden içeri bakıp, onları seyrederdim. İçeri girmemi söylerlerdi. Beş yaşımdayken okumayı sökmüş olduğum için, plakların üstündeki yazıları okumaya çalışırdım. Dokunmazdım onlara... Tüm radyonun içinde adam adayan o dönemin çocukları gibi, ben de radyonun ya da pikabın etrafında döner, içindeki küçük adamları görmeye çalışırdım. Bir gün plağı benim değiştirmeme izin verdiler. Kutsal emanetlere dokunur gibi dokundum plaklara ve pikaba... Ve hiç bilmememe rağmen, Fransızca şarkıları söyledim plaklarla beraber.

1974'de Rum ve Ermeni kökenli komşularımız yurt dışına gittiler. Anikler de Fransa'ya yerleştiler. Fransızca şarkılar gelmez oldu artık kulaklara... Yerini ahşap evlere çok uygun olan Türk müziği aldı. Nihavent, Hicaz, Rast... "Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben hâlime..." O ahşap evler, o ağır müziklere yakışır bir vakurlukta huşu içinde titrediler. "Ey büt-i nev eda, olmuşum müptela"

Bizim hiç pikabımız olmadı. Ama  evimizin en değerli eşyası Philips marka radyomuzdu. Ağabeyim ve ben, bu yazıyı Filips diye okurken, annem "pilipis" diye okurdu. "Aç şu pilipisi de dinleyelim." derdi. 70'li yıllar... Devir, su kuyrukları, yağ kuyrukları, tüp kuyrukları devri... Kardeşlerim, ben ve annem akşama kadar başka başka kuyruklarda bekliyoruz.

Elvis Presley'in ölümünde ilk kez Rock müzikle tanıştım. Radyolar Elvis'in anısına hep Rock çalıyorlardı. Kardeşlerimle Rock and Roll dansı yapıyorduk evde. Elvis'le beraber Türkçe Rock'la da tanıştım. Erkin Koray, Cem Karaca... "İşçisin sen işçi kal, giy dedi tulumları" "Alemin keyfi yerinde yine maşallah" Gitgide protest müziğe merak saldık. Selda Bağcan dinledik. Grup Yorum dinledik. Belki de anlamadığımız fikirleri savunduk şarkılarda. Ya da  ön ergen başkaldırıları yaşadık. Bütün dünya haksızlıklarla doluydu ve şarkı sesimiz gürdü.

Sonra ilk aşk, şarkılar yine orada... Şarkılardan fal tutma yine orada. "Bu şarkı beni anlatıyor"lar, hep orada. Yılların hızla geçip gittiğini farkettik. Müzik dergilerindeki sanatçıların saçları, giyimleri, makyajları hep değişiyordu. Şarkılar değişiyordu. Nükhet Duru'nun bir şarkısında dediği gibi "Sevgiliye siz diyen" şarkılar bitiyordu. Yap tüket başlıyordu. "Seni sevecek vaktim yok." türü şarkılar... Benim yüreğim büyümüyordu. Hala eski şarkılarda takılı kalmıştı. Şarkılar bir devrin öyküsüydü. Çocukluğumun, ya da ilk gençliğimin. Şarkılar hayatımızda izler bıraktı. Anılarımıza yerleşti. 

1976'da Sezen Aksu girdi hayatıma... Bazı şarkılarını zikir saydığım Sezen Aksu... Kafamın karışmayacağı, karşılaştığımda "İşte bu!" diyebileceğim tarifler yaptı. Onun şarkıları ruhuma iyi geldi. Yolda yürürken, hep içimden söyledim o şarkıları... Denize karşı söyledim... Gecelere karşı söyledim... Müzik zevkime, ebediyat dünyama taşlar koyup, duvarlar ördüm. Sağlam binalar yaptım. Hele bir dönem... Sadece benim için yaptı şarkılarını, sanki... Ben İstanbul'un martılarına şiir yazarken...

Gülşen Uslu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder