Taa çocukluğumdan beri, dağın taş
kapısını açacak dinamit varken elimde, ben hep kapıyı açacak bir "Açıl
susam açıl" sihirli sözcüğünü aradım. Neredeyse tüm hayatımı, tüm ümidimi,
tüm düşüncelerimi ve sezgilerimi buna göre ayarladım. Üstelik hayatın acıta acıta
bana mucize diye bir şeyin olmadığını öğretmesine rağmen. Hayatla inatlaştım.
Hayat da benimle inatlaştı. Öyle ki beni bazen biraz geriye de fırlatıyordu.
Ama ben hemen ayağa kalkıyor, masallardaki Kaf Dağı'nı arayan Keloğlan gibi,
yine sihirli sözcüğümün peşine düşüyordum.
Yazıyordum. Yazarken sözcükler akıyordu
ellerimden. Yazarken düşünüyordum. Yazarken yeni fikirler geliştiriyordum.
Yazarken sözcükleri matematikteki kombinasyonlar gibi kombine ediyor yine
bozuyor yine diziyor, sihirli sözcüğü aramaktan vazgeçmiyordum. Onu bulduğumu
nasıl mı anlayacaktım: Tabi ki kalbim haber verecekti bana. Kışın en kapalı
günü bile olsa güneş doğacaktı. Nisan yağmurunda serçeler pencereme
sığınacaktı. Doğa da bir şekilde onaylayacaktı beni.
Bir de baktım ki yazarken yaralarım
iyileşiyor. Bir de baktım güçlü bir iyimserlik beni sarıyor. Bir de baktım,
yeniden yeniden başlamak gücü geliyor. Buhranlarım, deliliklerim,
başarısızlıklarım hep akıyor beyaz kağıda. Ve ben ferahlıyorum, aklı selimimi
koruyorum böylece. Hedef çıtamı yükseltip duruyorum. Zaaflarımdan, hatalarımdan
korkmuyorum. Çünkü onlardan ders alıyorum. Sivri yanlarımı törpülüyorum, adam
oluyorum. Galiba insan da oluyorum.
Bu beni o kadar mutlu ediyor ki bir de
bakıyorum elimdeki dinamiti koymuşum bir kenara. Artık kapıyı açmaktan çok
sözcüğü aramak hedefim olmuş.
Üstelik sözcüğü bulmaktan, bu arayışın bitmesinden de korkuyorum galiba.
Ama taş kapının arkasındaki hazineye ulaşmak da istiyorum. O halde denemeye
devam: AÇIL SUSAM AÇIL. AÇIL AÇIL SUSAM. SUSAM AÇIL AÇIL.
Gülşen Uslu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder