Doğrusu şu ki; 2000 yılına gelene
kadar müzik ilgi duyduğum alanların başında gelmiyordu. Edebiyat, sanat, tarih
derseniz vardım. Eh! İki tane ahkâm kesecek bilgim de vardı bu konularda. Müzik
derseniz, onu da çoğunlukla şarkı söylemek diye adlandırırdım. Epey de şarkı
bilirdim. Başta Türk Sanat Müziği olmak üzere, Rock ve Blues şarkıları… Ve tabi
ki Pop… Yerli veya yabancı… Bir ekin, bir kültür olmak üzere bu şarkılar hakkındaki
bilgilerim azdı. Şarkıcı takip etmezdim, daha çok şarkıları takip ederdim. Yani
o gün içinde bulunduğum durumu hangi şarkı anlatıyorsa, ben o şarkıyı sever ve
söylerdim (ya da satın alırdım).
Hadi
diyelim ki bu konuda bilgilenmek istediniz. Klasik Batı Müziği dışında çok kısıtlı
bilgilere ulaşacaksınız inanın. Tangolar’la ilgili araştırma yapmak üzere kitap
ararken buna bizzat şahit oldum. Yayınlandığı söylenen Dünden Bugüne Tango
kitabını ara ki bulasın. Bu işin antolojisi ya da kronolojisi hakkında bilgi
edinmek isteseniz de pek bir şey bulamazsınız. Kişisel çabalarınızla edindiğiniz
radyo veya basın bilgileri varsa elinizde, bir şeyler biliyor olursunuz. O da
biraz…
Bu
durumda bana yapacak çok az şey kalıyordu. Yazma hevesimle edebiyat, sanat ve
tarih bilgilerimi de birleştirebileceğim bir alan… Müzik ve radyo tarihçeleri…
Böylece Türkler’in müzik serüvenlerini araştırmaya başladım. İşte bazı başlıklar:
TÜRK HALK MÜZİĞİ
Eski Türkler’in
cenaze törenlerinde veya yuğ adını verdikleri şenliklerde kopuzla çalarak yaptıkları
müzik, Türkler’in bilinen en eski müziğidir.
Türk
Halk Müziği, adından da anlaşılacağı gibi, halkın içinden çıkmış ve en eski müziğimizdir.
Kökeninin Orta Asya pentatonizmi (gamın bir derecesinin atlanmasıyla oluşmuş,
geniş aralıklar) olduğu söylenir. Halen bazı Türk Halk müziği parçalarında,
Orta Asya pentatonizmi görülür; ama bugünkü Türk Halk müziği heptatonik (gamın
7 sesini de kullanan) bir makam müziğidir. Sözlü parçalar gibi, sözsüz parçalar
da genellikle bir buçuk oktavlık bir ses alanı (insan sesinin ortalama genişliği)
içinde kalır.
Anadolu’da “ayak” diye
bilinen bazı Halk Müziği makamları şunlardır: garip, kerem, bozlak, derbeder, müstezat,
misket.
Türk Halk Müziğinde kullanılan
telli çalgılar: bağlama (kopuzun türevi bir çalgıdır.), kabak kemane, kemençe
vb.
Üflemeli çalgılar: kaval,
mey, tulum, zurna vb.
Vurmalı çalgılar: davul,
def, darbuka (dümbelek) vb.
Yirminci yüzyılın başında
geniş bir derleme ve notalama çalışmaları başlatılmış, Cumhuriyet’le birlikte
bu çalışmalar daha da yoğunlaşmıştır. 1941 yılında İstanbul radyosunda Muzaffer
Sarısözen tarafından kurulan ünlü “Yurttan Sesler” korosu derlenen parçaları
popüleştirmiştir.
Bugün 10.000’in üstünde halk
ezgisi arşivlenmiştir.
KLASİK TÜRK MÜZİĞİ
Bugün Türk Müziği diye
adlandırılan Klasik Türk Müziğinin kökeni sanıldığı gibi Selçuklu ya da Osmanlı
Türklerine ait değildir. Abbasi, Celayirli ve Timurlu saraylarında ilk
dinleyicilerini bulmuştur. Batılı müzikçilerin İslam Müziği dediği bu tür, İran,
Arap ve Türk topraklarında dinlenirdi. Ve oradan da Tüm Ortadoğu’ya yayıldı. Bu
nedenle Klasik Türk Müziğinin kökeni Orta Asya değil, Ortadoğu’dur. Eski
Mezopotamya ve Eski Mısır kabartmalarında ud, ney, bağlama veya tanbur benzeri
müzik aletleri resimlerine rastlanır. İslam Müziği diye bilinen bu müziğe Türklerden
önce Araplar ve Yunanlılar katkıda bulunmuştur.
Türkler, Abbasi döneminde İslam
dinini benimseyip, Bağdat’daki bilim ve sanat etkinliklerine katıldıklarında,
bu müzik kıvamını bulmuş durumdaydı. Herat’ta kurulan bir müzik okuluyla, müzikte
rönesans gerçekleştirilmişti. Ama kuramcı ve besteci olarak en ünlü İslam müzisyenleri
Türkler’den çıkmıştır.
Azerbeycan’da doğan Abdülkadir
Meragi, yaşadığı dönemin (1350-1535) en büyük bestecisi sayılmıştır. Kitaplarında
Türk Müziği’ndeki sesler (perdeler), diziler, makamlar, usuller, çalgılar, şarkı
söyleme teknikleri ve eski müzisyenler hakkında bilgiler vermiştir. Kitaplarında
ebcet notasıyla yazılmış melodiler de vardır.
Osmanlı Devleti 13. yüzyılın
sonunda kurulmasına rağmen, müzikte varlık göstermeye başlaması 16. hatta 17. yüzyıldadır.
Gerçi II. Murat (1405-1451) besteci olduğu için, Doğu Türkleri’nin Herat’ta gerçekleştirdiği
rönesansın aynını Bursa’da gerçekleştirmek istemiş, yeni makamlar, çalgılar
bulan bestecileri teşvik etmiştir; ama Bizans müziğinin de etkisine girildiğinden
Osmanlı uslübü hemen gelişememiştir. Tâ ki Buhurizade Itri’ye kadar…
Itri, IV. Mehmet döneminde
(1648-1687), hanende olarak saraydaki fasıl heyetine alındı. Uzun yıllar
Enderun’da ders veren Itri, iyi de bir hattattı. Abdülkadir Meragi’yle birlikte
Türk Müziği’nin en büyük 2 bestecisinden biridir. Günümüze sadece on üç beste,
iki kâr, sekiz ağırsemai, bir saz semaisi ve on dini eseri ulaşabilmiştir.
“Tuti-i mucize guyem ne desem laf değil” mısraıyla başlayan segâh yürük semaisi en ünlü eseridir.
“Tuti-i mucize guyem ne desem laf değil” mısraıyla başlayan segâh yürük semaisi en ünlü eseridir.
Osmanlı tarihinin 1718-1730
arasındaki dönemi Yahya Kemal Beyatlı tarafından “Lale Devri” olarak adlandırılmıştır.
Osmanlı sarayında müzik önemini hep korumuştu; ama herkesi bir zevk ve eğlence
hummasının sardığı Lale Devri’nde, müzik birinci plâna çıkmıştır. Eski
bestelerde görülen koyu hüzün yavaş yavaş yerini daha şen ve şuh bir uslüba dönüşür.
III. Selim ve II. Mahmut dönemi
Türk Müziği’nin Altın Çağı diye anılır. Çünkü başta III. Selim ve Türk
Musikisi’nin son büyük üstadı İsmail Dede Efendi olmak üzere, Sadullah Ağa, Şakir
Ağa, Hafız Mehmet Efendi gibi büyük besteci ve nota mücidi kuramcılar bu dönemde
yaşamış ya da yetişmişlerdir. 19. yüzyılda ünlü olmuş Zekai Dede Efendi, Hacı
Arif Bey (romantik dönem onunla başlamıştır), Şevki Bey ve Muallim İsmail Hakkı
Bey gibi besteciler de Altın Çağ’dan yetişmeydiler.
Yirminci yüzyılın en büyük şarkı
bestecileri Lemi Atlı ve Selahattin Pınar olarak gösterilir. Tambur, kemençe,
lavta ve viyolonsel virtüözü olan, en parlak peşrev ve saz semailerini
besteleyen Tamburi Cemil Bey “benzeri görülmemis” diye anılmaktadır.
Klasik Türk müziğini, Balkan ezgilerini, Halk müziği motiflerini ve Klasik Batı
müziğinin motiflerini ustaca bir araya getirmiştir. Udi Nevres Bey’I de
etkilemişti; öyle ki Nevres Bey, udda yepyeni bir uslüp geliştirmişti. Refik
Fersan, oğlu Mesut Cemil, Ruşen Kam, Niyazi Sayın, Necdet Yaşar da onun çizgisini
sürdürmüş ve ona “rehberi musiki” demiş bestecilerdir.
Türk Müziği çalgıları kanun,
tambur ve udda görülen küçük değişiklikler dışında yüzyıllar boyu değişmemişlerdir.
Yaylı çalgılar olarak: rebap, keman, viyolonsel ve konturbas; mızraplı çalgılar
olarak: ud, kanun, tambur ve santur; üflemeli çalgılar olarak: ney,
musikâr, girift, zurna ve klarnet; vurmalı çalgılar olarak: def, daire ve çeng kullanılmıştır.
TASAVVUF MÜZİĞİ
İbadetle bütünleşen müzik,
dinî müzik olarak adlandırılan cami müziğidir. Tarikat ayinleriyle bütünleyen müziğe
ise Tasavvuf Müziği denmiştir.
Cami müziği insan sesidir. İlahi,
tilâvet, ezan, kamet, salat, mevlit ve kasideler bu tür müziktir. Oysa
Tasavvuf’ta çalgılar, insan sesini destekler. Mevlevîlerin sema yaparken çaldıkları
Ayin-i Şerif en ünlü Tasavvuf eseridir.
Cumhuriyet’le birlikte Tekke
ve Zaviyeler kapatılınca, bu müziğin gelişimi durmuştur.
Tasavvuf Müziği’nde çalgılar:
tambur, ney, ud, kanun, mey ve kaval’dır.
CUMHURİYET DÖNEMİ ve ÇOK SESLİ MÜZİK
Cumhuriyetin ilk yıllarında,
Batı Müziği’nin yaygınlaşmasıyla “alaturkacılar-alafrangacılar” tartışması başlamıştı.
Hüseyin Sadettin Arel ve Suphi Ezgi, alaturkacılar safında yer almalarına ve
tek sesli müzikte eserler vermelerine rağmen, çok sesliliği Türk Müziği’nin
kendi ses sistemine uygun armoni geliştirerek Arel-Ezgi Sistemi’ni yarattılar
ve çok sesli eserler bestelediler.
Batı’lı devrimler bir bir
gerçekleştirilirken, Atatürk, çok sesli bir Türk müziğinin oluşmasını istedi. İlk
iş olarak 1924 yılında Mızıkayı Humayun’u Ankara’ya taşıyıp, adını
Riyaseticumhur Musiki Heyeti’ne dönüştürdü. Bugünkü Cumhurbaşkanlığı Filarmoni
Orkestrası’nın temeli atılmış oldu.
İlk çok sesli müzik
bestecileri, bu müziği Avrupa okullarında okumuş olan Türk Beşlileri diye anılan
Cemal Reşit Rey, Ahmet Adnan Saygun, Ulvî Cemal Erkin, Necil Kazım Akses, Hasan
Ferit Alnar’dır. Daha sonraki dönemde onları izleyen Bülent Arel, İlhan Usmanbaş,
Nevit Kodallı, Ferit Tüzün, sayısız senfonik eserler yazdılar.
30’lu yıllarda Avrupa’da
moda olan Charliston, 40’larda Tango, dansları ve müzikleriyle Türkiye’de de
sevildi, dinlendi ve uygulandı. Bundan sonra Türk Popu’nun ayak sesleri başladı.
Sonrası malum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder