25 Aralık 2011 Pazar

TÜRKLERDE MÜZİĞİN TARİHÇESİ


Doğrusu şu ki; 2000 yılına gelene kadar müzik ilgi duyduğum alanların başında gelmiyordu. Edebiyat, sanat, tarih derseniz vardım. Eh! İki tane ahkâm kesecek bilgim de vardı bu konularda. Müzik derseniz, onu da çoğunlukla şarkı söylemek diye adlandırırdım. Epey de şarkı bilirdim. Başta Türk Sanat Müziği olmak üzere, Rock ve Blues şarkıları… Ve tabi ki Pop… Yerli veya yabancı… Bir ekin, bir kültür olmak üzere bu şarkılar hakkındaki bilgilerim azdı. Şarkıcı takip etmezdim, daha çok şarkıları takip ederdim. Yani o gün içinde bulunduğum durumu hangi şarkı anlatıyorsa, ben o şarkıyı sever ve söylerdim (ya da satın alırdım).

Hadi diyelim ki bu konuda bilgilenmek istediniz. Klasik Batı Müziği dışında çok kısıtlı bilgilere ulaşacaksınız inanın. Tangolar’la ilgili araştırma yapmak üzere kitap ararken buna bizzat şahit oldum. Yayınlandığı söylenen Dünden Bugüne Tango kitabını ara ki bulasın. Bu işin antolojisi ya da kronolojisi hakkında bilgi edinmek isteseniz de pek bir şey bulamazsınız. Kişisel çabalarınızla edindiğiniz radyo veya basın bilgileri varsa elinizde, bir şeyler biliyor olursunuz. O da biraz… 

Bu durumda bana yapacak çok az şey kalıyordu. Yazma hevesimle edebiyat, sanat ve tarih bilgilerimi de birleştirebileceğim bir alan… Müzik ve radyo tarihçeleri… Böylece Türkler’in müzik serüvenlerini araştırmaya başladım. İşte bazı başlıklar:

TÜRK HALK MÜZİĞİ


Eski Türkler’in cenaze törenlerinde veya yuğ adını verdikleri şenliklerde kopuzla çalarak yaptıkları müzik, Türkler’in bilinen en eski müziğidir. 

Türk Halk Müziği, adından da anlaşılacağı gibi, halkın içinden çıkmış ve en eski müziğimizdir. Kökeninin Orta Asya pentatonizmi (gamın bir derecesinin atlanmasıyla oluşmuş, geniş aralıklar) olduğu söylenir. Halen bazı Türk Halk müziği parçalarında, Orta Asya pentatonizmi görülür; ama bugünkü Türk Halk müziği heptatonik (gamın 7 sesini de kullanan) bir makam müziğidir. Sözlü parçalar gibi, sözsüz parçalar da genellikle bir buçuk oktavlık bir ses alanı (insan sesinin ortalama genişliği) içinde kalır.

Anadolu’da “ayak” diye bilinen bazı Halk Müziği makamları şunlardır: garip, kerem, bozlak, derbeder, müstezat, misket.

Türk Halk Müziğinde kullanılan telli çalgılar: bağlama (kopuzun türevi bir çalgıdır.), kabak kemane, kemençe vb.
Üflemeli çalgılar: kaval, mey, tulum, zurna vb.
Vurmalı çalgılar: davul, def, darbuka (dümbelek) vb.

Yirminci yüzyılın başında geniş bir derleme ve notalama çalışmaları başlatılmış, Cumhuriyet’le birlikte bu çalışmalar daha da yoğunlaşmıştır. 1941 yılında İstanbul radyosunda Muzaffer Sarısözen tarafından kurulan ünlü “Yurttan Sesler” korosu derlenen parçaları popüleştirmiştir.

Bugün 10.000’in üstünde halk ezgisi arşivlenmiştir.

KLASİK TÜRK MÜZİĞİ


Bugün Türk Müziği diye adlandırılan Klasik Türk Müziğinin kökeni sanıldığı gibi Selçuklu ya da Osmanlı Türklerine ait değildir. Abbasi, Celayirli ve Timurlu saraylarında ilk dinleyicilerini bulmuştur. Batılı müzikçilerin İslam Müziği dediği bu tür, İran, Arap ve Türk topraklarında dinlenirdi. Ve oradan da Tüm Ortadoğu’ya yayıldı. Bu nedenle Klasik Türk Müziğinin kökeni Orta Asya değil, Ortadoğu’dur. Eski Mezopotamya ve Eski Mısır kabartmalarında ud, ney, bağlama veya tanbur benzeri müzik aletleri resimlerine rastlanır. İslam Müziği diye bilinen bu müziğe Türklerden önce Araplar ve Yunanlılar katkıda bulunmuştur.

Türkler, Abbasi döneminde İslam dinini benimseyip, Bağdat’daki bilim ve sanat etkinliklerine katıldıklarında, bu müzik kıvamını bulmuş durumdaydı. Herat’ta kurulan bir müzik okuluyla, müzikte rönesans gerçekleştirilmişti. Ama kuramcı ve besteci olarak en ünlü İslam müzisyenleri Türkler’den çıkmıştır.

Azerbeycan’da doğan Abdülkadir Meragi, yaşadığı dönemin (1350-1535) en büyük bestecisi sayılmıştır. Kitaplarında Türk Müziği’ndeki sesler (perdeler), diziler, makamlar, usuller, çalgılar, şarkı söyleme teknikleri ve eski müzisyenler hakkında bilgiler vermiştir. Kitaplarında ebcet notasıyla yazılmış melodiler de vardır.

Osmanlı Devleti 13. yüzyılın sonunda kurulmasına rağmen, müzikte varlık göstermeye başlaması 16. hatta 17. yüzyıldadır. Gerçi II. Murat (1405-1451) besteci olduğu için, Doğu Türkleri’nin Herat’ta gerçekleştirdiği rönesansın aynını Bursa’da gerçekleştirmek istemiş, yeni makamlar, çalgılar bulan bestecileri teşvik etmiştir; ama Bizans müziğinin de etkisine girildiğinden Osmanlı uslübü hemen gelişememiştir. Tâ ki Buhurizade Itri’ye kadar…

Itri, IV. Mehmet döneminde (1648-1687), hanende olarak saraydaki fasıl heyetine alındı. Uzun yıllar Enderun’da ders veren Itri, iyi de bir hattattı. Abdülkadir Meragi’yle birlikte Türk Müziği’nin en büyük 2 bestecisinden biridir. Günümüze sadece on üç beste, iki kâr, sekiz ağırsemai, bir saz semaisi ve on dini eseri ulaşabilmiştir. 

“Tuti-i mucize guyem ne desem laf değil” mısraıyla başlayan segâh yürük semaisi en ünlü eseridir.

Osmanlı tarihinin 1718-1730 arasındaki dönemi Yahya Kemal Beyatlı tarafından “Lale Devri” olarak adlandırılmıştır. Osmanlı sarayında müzik önemini hep korumuştu; ama herkesi bir zevk ve eğlence hummasının sardığı Lale Devri’nde, müzik birinci plâna çıkmıştır. Eski bestelerde görülen koyu hüzün yavaş yavaş yerini daha şen ve şuh bir uslüba dönüşür.

III. Selim ve II. Mahmut dönemi Türk Müziği’nin Altın Çağı diye anılır. Çünkü başta III. Selim ve Türk Musikisi’nin son büyük üstadı İsmail Dede Efendi olmak üzere, Sadullah Ağa, Şakir Ağa, Hafız Mehmet Efendi gibi büyük besteci ve nota mücidi kuramcılar bu dönemde yaşamış ya da yetişmişlerdir. 19. yüzyılda ünlü olmuş Zekai Dede Efendi, Hacı Arif Bey (romantik dönem onunla başlamıştır), Şevki Bey ve Muallim İsmail Hakkı Bey gibi besteciler de Altın Çağ’dan yetişmeydiler.

Yirminci yüzyılın en büyük şarkı bestecileri Lemi Atlı ve Selahattin Pınar olarak gösterilir. Tambur, kemençe, lavta ve viyolonsel virtüözü olan, en parlak peşrev ve saz semailerini besteleyen Tamburi Cemil Bey “benzeri görülmemis” diye anılmaktadır. Klasik Türk müziğini, Balkan ezgilerini, Halk müziği motiflerini ve Klasik Batı müziğinin motiflerini ustaca bir araya getirmiştir. Udi Nevres Bey’I de etkilemişti; öyle ki Nevres Bey, udda yepyeni bir uslüp geliştirmişti. Refik Fersan, oğlu Mesut Cemil, Ruşen Kam, Niyazi Sayın, Necdet Yaşar da onun çizgisini sürdürmüş ve ona “rehberi musiki” demiş bestecilerdir.

Türk Müziği çalgıları kanun, tambur ve udda görülen küçük değişiklikler dışında yüzyıllar boyu değişmemişlerdir. Yaylı çalgılar olarak: rebap, keman, viyolonsel ve konturbas; mızraplı çalgılar olarak: ud, kanun, tambur ve santur; üflemeli çalgılar olarak: ney, musikâr, girift, zurna ve klarnet; vurmalı çalgılar olarak: def, daire ve çeng kullanılmıştır.

TASAVVUF MÜZİĞİ


İbadetle bütünleşen müzik, dinî müzik olarak adlandırılan cami müziğidir. Tarikat ayinleriyle bütünleyen müziğe ise Tasavvuf Müziği denmiştir.

Cami müziği insan sesidir. İlahi, tilâvet, ezan, kamet, salat, mevlit ve kasideler bu tür müziktir. Oysa Tasavvuf’ta çalgılar, insan sesini destekler. Mevlevîlerin sema yaparken çaldıkları Ayin-i Şerif en ünlü Tasavvuf eseridir.

Cumhuriyet’le birlikte Tekke ve Zaviyeler kapatılınca, bu müziğin gelişimi durmuştur.

Tasavvuf Müziği’nde çalgılar: tambur, ney, ud, kanun, mey ve kaval’dır.

CUMHURİYET DÖNEMİ ve ÇOK SESLİ MÜZİK


Cumhuriyetin ilk yıllarında, Batı Müziği’nin yaygınlaşmasıyla “alaturkacılar-alafrangacılar” tartışması başlamıştı. Hüseyin Sadettin Arel ve Suphi Ezgi, alaturkacılar safında yer almalarına ve tek sesli müzikte eserler vermelerine rağmen, çok sesliliği Türk Müziği’nin kendi ses sistemine uygun armoni geliştirerek Arel-Ezgi Sistemi’ni yarattılar ve çok sesli eserler bestelediler.

Batı’lı devrimler bir bir gerçekleştirilirken, Atatürk, çok sesli bir Türk müziğinin oluşmasını istedi. İlk iş olarak 1924 yılında Mızıkayı Humayun’u Ankara’ya taşıyıp, adını Riyaseticumhur Musiki Heyeti’ne dönüştürdü. Bugünkü Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası’nın temeli atılmış oldu.

İlk çok sesli müzik bestecileri, bu müziği Avrupa okullarında okumuş olan Türk Beşlileri diye anılan Cemal Reşit Rey, Ahmet Adnan Saygun, Ulvî Cemal Erkin, Necil Kazım Akses, Hasan Ferit Alnar’dır. Daha sonraki dönemde onları izleyen Bülent Arel, İlhan Usmanbaş, Nevit Kodallı, Ferit Tüzün, sayısız senfonik eserler yazdılar.

30’lu yıllarda Avrupa’da moda olan Charliston, 40’larda Tango, dansları ve müzikleriyle Türkiye’de de sevildi, dinlendi ve uygulandı. Bundan sonra Türk Popu’nun ayak sesleri başladı. Sonrası malum…

Gülşen USLU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder